Mustafa Asım Şafak kim?

Fotoğrafım
Antalya, 05323611890 masafak@gmail.com, Türkiye

TOPAL ANZAK GENERALİ

Bir cenaze töreni yapılıyor.


Tabloya bakılırsa önemli biri olmalı. Balkonda ise tabutta yatanı selamlayan bir asker var. Kıyafetine bakılırsa Türk değil gibi. Ama yüksek rütbeli bir asker olduğu belli. Hadi gelin bu adamın hikayesine kulak verelim. Bu adamın duygu dolu ibretlik hikayesine. 


Gördüğünüz kişi Sir William Birdwood. Çanakkale savaşında Anzak Orduları Başkomutanı. Asker ve donanım açısından daha üstün olmalarına rağmen
Atatürk'e üç kere yenilir savaşta, bacağı da sakatlanır ama buna rağmen onun dehasına ve kişiliğine karşı büyük hayranlığı vardır. Bu hayranlık savaş sonrasında da devam eder. 1935 yılında Mareşal olur son görevi "Hindistan Ordusu Başkomutanlığı"dır. Atatürk hayranlığı ve sevgisi hala sıcaklığını korumaktadır. Atatürk öldüğünde de rahatsızlığına ve emekli olmasına rağmen İngiltere adına cenaze törenine katılmak için talepte bulunur. Talebi kabul edilince İstanbul'a gelir. Bacağını sürükleye sürükleye tabutunun ardında yürür. Ankara'daki törende artık ayağı incinmiş ayakta zor durmaktadır. Halkevi binası balkonuna çıkarırlar.. Geçici kabrine götürülecek olan tabutun geçişi sırasında kılıcından destek alarak ayağa kalkar elindeki asayı kaldırarak selamlar onu.

Bu sırada artık duygularını kontrol edemeyerek ağlamaktadır.


Tören sonrasında hemen ayrılmaz birkaç gün daha kalır Ankara'da. Bir gün etrafında Türk yetkililerin de olduğu bir ortamda cebinden bir kalem ve üzerinde kroki olan bir kağıt çıkararak masaya koyar, şu anıyı anlatır onlara:


Tarih 20 Kasım 1918 (Bir kaynağa göre 16 Kasım).. Birdwood karargahı ile Pera Palas oteline yerleşmiştir. Mustafa Kemal'in de otelde bir dairesi olduğunu bilen Birdwood onunla görüşmek ister. Bunun için kendisine refakat subayı olarak verilmiş olan sporcu Sedat Rıza Bey'i araya sokar.

-"Buyursunlar" der Mustafa Kemal.

İki subay karşı karşıyadır. Birdwood çok saygılıdır. Mustafa Kemal Paşa'nın yanında Rasim Ferit Bey de vardır. Hoşbeşten sonra Birdwood, iki yıldır kafasını kemiren "bizi nasıl yendi?" sorusunun yanıtını almak ister:

-"Sayın komutan bizi nasıl yendiniz?"

Mustafa Kemal'den bir başkası, dünya savaş tarihinde benzerine az rastlanır bu başarısından böbürlenebilirdi.

Oysa o, -tıpkı Trikopis'e davrandığı gibi - yenilginin ezilmişliği altındaki bu general'in onurunu korur.

-"Sizin de, bizim de tarih dergilerimiz var", der; tarih yazar. Birdwood ricasını yineler:

-"Ekselans, sizin ağzınızdan dinlemek istiyorum. Lütfediniz." Mustafa Kemal, yanındaki Rasim Ferit Bey'den kağıt kalem ister; o da bir parça kağıt ile altın muhafazalı kurşun kalemini uzatır. Mustafa Kemal bir kroki çizer, kağıt üzerindeki yerlerini işaret ederek;

-"Su tarihte karaya çıktınız, der; filanca saate kadar şurada durdunuz. Biz de şu hattaydık. Her şey sizin lehinizdeydi. Niçin çizgide durdunuz ve niçin ilerlemediniz?"

-"Askerlerimiz çok yorulmuştu, diye yanıtlar Birdwood." Mustafa Kemal bu kez de Conkbayırı krokisini çizer:

-"Siz filanca gün şu yöne hareket ettiniz, şu durumu aldınız; niçin ilerlemediniz?"

-"Biz ilerledikçe arkadan su yetişmedi. Askerlerimiz susuz kaldı ve durdu."

Atalarımız yaralıya kurşun atılmaz der. Mustafa Kemal de Türk soyluluk ve erdemini şu esprisiyle dile getirir:

-"Görüyorsunuz ya ben bir şey yapmadım. Önce yorgunluk, sonra susuzluk durdurdu ordunuzu."

Birdwood ayağa kalkar, Mustafa Kemal'i kucaklar:

-"Sizin gibi kahraman ve yüksek karakterli bir asker tanımadım." dedikten sonra krokiyi ve kalemi işaret ederek: -"İzin verir misiniz" der; "bu kroki ve kalemi değerli bir hatıra olarak saklayayım." Ve saklar. Cenaze törenine gelirken de yanında getirmiştir.


Kaynak: 

1- Atatürk'ün İstanbul'daki Çalışmaları, (1899 - 16 Mayıs 1919), Sadi Borak, 2. Basım 1998, Kaynak Yayınları, ISBN: 975-343-233-X. Sayfa:153-155 

2- Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü. Prof. Dr. Utkan Kocatürk. Atatürk Araştırma Merkezi. Ankara 2007 İkinci Basım. ISBN: 975-16-1


--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


TÜRK OLMAK

Türk Olmak...

Aslında çok şeydir, Türk olmak.
Türk olmak, Osmanlı'nın borcunu ödemektir.
Kosova'da ve Bosna'da, Batı Trakya'da ve Makedonya'da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir. Türk olmak;

Kıbrıs'ta, Hocali'da, Anadolu'da ve Balkanlar'da soykırıma uğrayıp karşılığında yapmadığın soykırımla suçlanmaktır. Türk olmak;

Faşist olmaktır, Vatanına, milletine, tarihine sahip çıktığında...
Demokrat ve cağdaş olmaktır vatanına, milletine, tarihine sövüldüğünde...
Türk olmak, lisanının Avrupa'da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini ve derdini anlatamamaktır.
Avrupa'da hor görülmektir,  Türk olmak, Ataların bir çok asır önce Viyana'yi kuşattiği için hoş görülmemektir

Sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana'yı yakmadığı için.

Türk olmak; Selanik'te Pontus Anıtı'nın, Viyana'da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta'da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.

Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir.
Üç kıtadan dönüp,
Bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir.
Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır.

Türk olmak; Arabaya koşulan ilk atın vatanında, Ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, Yazının bulunduğu,
Paranın icat edildiği Her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, Kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.

Türk olmak; Truva'dan bu yana, Sümer'den bu yana serpilerek gelse de, tarihten eski bu topraklarda,
Bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, Bir haftalık hafiza ile yaşamaktır.
Doğu Roma'yı da, Batı Roma'yı da yıkıp, Yeni Roma olan AB'ye girmeye çalışmaktır, Türk olmak.

Türk olmak;
- Mostar'da köprüdür,
- Kerkük'te kaledir,
- İstanbul'da Kızkulesi'dir,
- Anadolu'da buğdaydır,
- Çukurova'da pamuktur,
- Ege'de tütün,
- Karadeniz'de fındık,
- Trakya'da ayçiçeğidir.

Türk olmak;
- Çanakkale'de ölmektir.
- Çanakkale'de ölmeden önce düşmana su vermektir,
- Onun yaralısını sırtında kendi hastanesine taşımaktır.
- Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlısından helallik almaktır.
- Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir.
- Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır.
- Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.

Türk olmak;
- Harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip,
- Tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile, paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen, yedi düvele meydan okumaktır.

Türk olmak;
- Askere davul-zurna ile uğurlanmaktır,
- Belki de dönmeyeceğini bilerek.

Türk olmak;
- Annenin, şehit oğlunun ardından; 'Bir oğlum daha olsun, onu da vatan icin göndereceğim.' demesidir.
- Babanin gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken 'Vatan sağolsun!' demesidir.

Türk olmak;
Her hükümetin
- Enkaz devraldığı, ama
- Ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.

Türk olmak;
- Ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir.
- Ayni nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır.
- Göz hakkına, diş kirasına saygıdır.

Türk olmak;
- Evindeki bir kap aşın yarısını Tanrı misafirine vermektir.
- Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.

Türk olmak;
- Milli maçta ağlamaktır.
- Ayhan Işık'a, Belgin Doruk'a aşık olmaktır.

Türk olmak;
- Aşkını ölesiye sevmektir.
- Aşkı için ölmektir,
- öldürmektir.
- Sevdiceğinin elini bir kez tutamadan, toprağa girmektir.
- En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir.
- Eşkiyaya türkü yakmaktır, Türk olmak.

Türk olmak;
- Yunus'u bilmektir,
- Aşık Veysel'i sevmektir.
- Mevlana'yi, Haci Bektaş-i Veli'yi ve Hoca Yesevî'yi, tek bir satırını okumasa da yüreğinde taşımaktır.

Türk olmak;
- Saz çaldığında,
- Ney üflendiğinde,
- Kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında,
- Yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir,
- Bir de Yemen Türküsü'nde...
- Hayatın sana verdiklerine 'Nasip',
- Vermediklerine 'Kısmet'demektir.
- Her işin 'Hayırlısına'inanmaktır ve
- Ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.

Türk olmak;
- Asya'da "Batılı",
- Avrupa'da "Doğulu" diye tepki görmektir.
- Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradan'dan ötürü sevmektir.
- Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da, silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir.

Türk olmak;
- En zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak,
- En dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir.

Türk olmak;
- Anadolu'da her düşen yağmur damlasına hamdetmek,
- Her çıkan başak için şükretmektir.

Türk olmak;
Medeniyetler mezarlığı Anadolu'da dik durabilmektir!
Zor iştir Türk olmak, Zor...
Yine de 

NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!!!


Kaynak:

J.F.Gökçen

ABD Seattle Fahri Konsolosu


--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

          TR     +90 532 361 18 90


ÇANAKKALE TÜRKÜSÜ

TSK Korosu ve Klibi Eşliğinde

--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


TÜRKİYE'DE KLASİK MÜZİĞİN TOHUMLARI

Size anlatacağım bu gerçek öykü yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir devrime ışık tutan ve yol açan bir öyküdür.

Bu öyküyü bizzat yaşamış rahmetli müzikolog Cevat Memduh Altar'dan defalarca dinledim ve onun ağzından anlatmak istiyorum.

Yıl 1924, aylardan Haziran, Cumhuriyetimiz kurulalı 8 ay olmuş. Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal (henüz soyadı kanunu çıkmamış) ve bir avuç arkadaşı, birbiri ardına yapacakları devrimlerin ön hazırlığını yapmakla uğraşıyorlar.

Köşk'den baş yaver Salih Bozok bey beni arıyor ve "Gazi"nin beni derhal görmek istediğini söylüyor.  Acele ile Çankaya'ya Köşk'e gidiyorum ve çalışma odasında masası başında oturan "Gazi"nin karşısına geçiyorum. "Otur çocuk" diyor ve bana bir evrak uzatıyor. "Sesli oku çocuk!!!" diyor. 

Evrak bir mektup. Sol üst köşesinde Fransızca yazılmış, "Sovyet ve Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, Genel Sekreterliği" amblemi var. Mektup tercümesi şöyle: 

"Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine." Bizler dost ve kardeş S.S.C.B., siz sayın cumhuriyetinize kuruluşunuzun 1.nci yıl dönümünde bir armağan vermek istiyoruz. Moskova Devlet Senfoni Orkestrası ve Korosu'nu Beethowen'in 9. Senfonisini seslendirmek üzere, günü tarafınızca belirlenen bir tarihte, Ankara'ya yollamak istiyoruz. Bu armağanımızı kabul ederseniz kıvanç duyacağız. Hürmetlerimle, Vladimir Ilyich Lenin, Genel Sekreter.

Bu mektubu okuyunca çok heyecanlandım, ve düşünmeden "Paşam, bu fırsatı kaçırmayalım" dedim. Mustafa Kemal Paşa bir an düşündü ve "Oğlum, bu konseri nerede vereceğiz. Park'ta olmaz, kapalı konser salonumuz 'yok' dedi. Bende "Paşam, müsaade ederseniz, Cebeci deki Halkevi'nin iç mekanını bu konsere uygun düzenleyelim ve konseri orada verelim" dedim. Paşa "tüm sorumluluğu üstüne alıyor musun" diye sordu. Bende 'evet' deyince; Salih Bey'e döndü, "Maarif Vekilini ara, Cevat Memduh'u ona gönderelim, gerekli hazırlıklar yapılsın;  30 Ekim 1924 akşamı bu konseri Ankara'da dinlemek istediğimizi, resmi bir yazı ile Lenin e bildirelim" dedi.

Ben eteklerim zil çalarak, ama biraz da endişeli, Köşk'ten ayrıldım. Halkevinin taş duvarları keten örtüler ile kaplandı, orkestra ve koronun yer alacağı, ahşap platform inşa edildi. Birde, girişin hemen üstüne ahşaptan merdivenle çıkılan bir cumhurbaşkanlığı locası inşa edildi. 

Büyük bir heyecanla, konser gününü beklemeye başladık. 100 küsur kişiden oluşan bu orkestra ve koro elemanları,  gruplara ayrılarak  Ankaralıların evlerinde misafir edildi. (Çünkü kalacak otel
yoktu). 
Biz konser gününü beklerken, Salih Bey tekrar beni aradı ve "Gazi"nin yanında konseri izleyeceğimi bana bildirdi. Konsere, tüm yabancı elçilik mensupları, tüm bakanlar ve millet vekilleri, orkestra üyelerini misafir eden Ankaralı aileler ve bir miktar basın mensubu davetli idiler. 

Ben "Gazi Paşa" ile Cumhurbaşkanlığı locasına geçerken, tüm orkestra ve korosu ayağa kalktı ve bizim "İstiklal Marşımızı" 4 sesle söylediler. Ben "Paşa" nın  irkildiğini ve gözlerinin dolduğunu fark ettim. Neyse herkes tekrar yerine oturdu ve çok başaralı bir konser dinledik. 

Konserden sonra verilen resepsiyonda, Salih Bey bana uzaktan işaret etti ve ben tekrar "Gazi Paşa"nın yanına gittim." "Çocuk, derhal pasaportunu hazırla! Fransa'ya gidiyorsun" dedi. Ben "Paşam niçin gidiyorum" deyince, " Bak oğlum, taşıma su ile değirmen dönmez. Sen şimdi Fransa'da gerekli müzik eğitmenlerini ikna edeceksin ve onları Ankara'ya davet edeceksin. Biz burada konservatuarı kuracağız ve eğitimli müzisyenler yetiştireceğiz" dedi.

Bu öykünün sonrasını hepiniz biliyorsunuz: Musiki Muallim Mektebi'nin konservatuara dönüştürülmesi, Riyaseti Cumhur Orkestrasının kurulması, Opera Binası'nın açılması; orkestranın çeşitli il ve 
ilçelerde klasik müzik konserleri vermesi ve halkımızın yavaş yavaş kulağının bu tip müziğe uyum göstermesi. Tabii bu ilerleme "Sivas, Sivas olalı böyle zulüm görmedi" hikayesine rağmen muvaffak  oldu. İşte bir müzik devriminin temeli böyle atılmış oldu. 

Ruslar, yemediler, içmediler, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin 10 yıllık ilerlemesini, dokümanter bir filme aldılar. Bu filmi 1934 yılında (Atatürk sağ iken) bize armağan ettiler. Bu film TRT ve Genel Kurmay arşivlerinde olmalı. Bu film neden önemli? Film'de bahsedilen konserden bir bölümde var. Umarım TRT, (artık Rusya ile dost olduğumuza göre) bu filmi bir komünist propagandası olarak görmeyip; tarafsız bir gözle Cumhuriyet'in devrimleri nasıl gerçekleştirdiğini, ne zorluklar ve özveriler ile gerçekleştirdiğini milletimize seyrettirir.  Bizde Atatürk'ün çeşitli dil, din ve ırklara mensup, ama hepsi Anadolu insanı ve evladı olan karışık toplumdan nasıl tek bir millet, tek bir ulus yarattığını yeniden idrak ederiz.

Kaynak: Bülent Barlas
--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


HAYATIN ANLAMI: STEVE JOBS'UN SON SÖZLERİ.

İş dünyasında başarının zirvesine ulaştım. Diğer insanların gözünde, benim hayatım tam bir başarı örneği.

Ancak, çalışmanın yanında mutluluğu çok az yaşadım. Sonuç olarak, zenginlik ve varlık hayatın alıştığım bir yönü oldu.

Şu anda bir hasta yatağında tüm hayatımı gözden geçirirken, kıvanç duyduğum tüm zenginlik ve tanınmanın ölümün karşısında solduğunu ve anlamsızlaştığını anlıyorum.

Karanlıkta bana hayat desteği veren cihazların yeşil ışıklarına bakarken onların çalışma uğultularını dinliyorum. Ölümün nefesinin giderek yaklaştığını hissediyorum…

Şimdi şunu biliyorum; hayatımız için yeteri kadar varlık elde ettiğimiz zaman, zenginlikle ilgisi olmayan konuların peşinden gitmemiz gerekir… daha önemli olan şeylerin:

Belki dostluklar, belki sanat, belki de gençlik yıllarında kurduğumuz hayaller…

Sürekli olarak zenginliğin peşinde koşmak insanı benim gibi eğri büğrü hale getiriyor.

Allah hepimize zenginliğin oluşturduğu illüzyonu değil, herkesin kalbindeki sevgiyi hissedebilmemiz için duygular verdi.

Kazandığım zenginliği ve varlığı birlikte götüremiyorum.

Birlikte götürebildiğim tek şey sevginin oluşturduğu hatıralarım.

Sizinle birlikte olan, size güç veren ve size yola devam etmeniz için ışık veren gerçek zenginlik işte bu sevgi dolu hatıralar.

Sevgi binlerce kilometre gidebilir. Hayatın sonu yok. Gitmek istediğiniz yere gidin. Ulaşmak istediğiniz yüksekliğe ulaşın. Hepsi sizin kalbinizde ve  ellerinizde.

Dünyada en pahallı yatak nedir biliyor musunuz? – "Hasta yatağı" …

Sizin için arabayı sürmesi için bir kişiyi kiralayabilirsiniz. Sizin için para kazanması için bir kişiyi istihdam edebilirsiniz. Ancak hastalığınızı sizin için taşıyacak kimseyi bulamazsınız.

Kaybedilen materyaller bulunabilir. Ancak kaybolduğu zaman asla bulamayacağınız bir şey var – "Hayat".

Bir insan ameliyathaneye girdiğinde, o ana kadar okumayı bitirmiş olması gereken bir kitabın olduğunu fark ediyor – "Sağlıklı Hayat Kitabı".

Şu anda nasıl bir hayat sahnesinde olduğumuzla, zaman içinde, perdeler aşağıya inince yüzleşiyoruz.

Ailenizin, eşinizin ve dostlarınızın sevgilerine değer verin. Kendinize iyi bakın.

Diğer insanlara şefkat gösterin. 

 
--

Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


JAPONLARDAN GENÇLİK MARŞI

https://www.facebook.com/neuroformat/videos/1112194935538995/

--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


Kaire Uluslararası Kısa Film Yarışmasında Ödül Alan Film

https://drive.google.com/file/d/0B9xJP74e1K8xQ1NBd3ZrV1dwLTI2c1pxeFowOHlKeVVKXzAw/view

--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


MEDYATİK YANIZLIK

Şimdilerde bırakın apartmanı,
karşı komşuyu bile tanımazken,
"mahalleden arkadaşım" diye bir kavram vardı,
çok eskiden...
Kol kola, omuz omuza geçti bizim çocukluk günlerimiz
ve sanırım bilyelerimiz çarpışırken büyüdü yüreklerimiz...
İşte hep bu yüzden,
Bu içimizin boşlukları,
yalnızlık hastalıkları,
hep bu yüzden...
Bildiğin,
"İnsan" azlığı,
Sevgi tenhalığı...
Vefa karanlığı..

HİSLER AYNASI facebook hesabından alıntı

--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


BİLİMDAR

Yıllardır alışmış kullanıyorduk "Bilim Adamı". Kulağa da hoş geliyordu ve dilimize iyice yerleşmişti. Sonra bu isim tamlamasının içindeki "adamı" kelimesi bazı çevreleri rahatsız etmiş olmalı ki cinsiyet ayırımı yapılıyormuş gibi bir kanı ortaya çıktı. Baktık ki "Bilim Adamı" isim tamlamasının yanında bir de "Bilim Kadını" kavramı türedi. Bu böyle bir süre devam etti, belli ki karışıklıklara neden olabiliyor, son dönemlerde yeni bir isimlendirmeyle daha karşı karşıyayız; "Bilim İnsanı". Ben bir türlü alışamadım, sanki kulağımı biraz tırmalıyor.
Bir dilin zenginliği kelime hazinesinin genişliğiyle doğru orantılıdır. Belli bir durumu yada olayı anlatmak için birden fazla kelime kullanmak gerekiyorsa, bu o dilin bir yerde yetersizliğini gösterir. Örneğin dilimize batı dillerinden geçmiş olan "Piknik" kelimesine bakalım. Bizim dilimizde piknik yapmak için kullandığımız öz Türkçe bir karşılık ne yazık ki yok. Biz piknik yapmak şeklinde anlattığımız olayı, bu kelimeyi kullanmazsak nasıl ifade edeceğiz? Doğada açık havada bir yere gidilecek, ortama uygun yemekler yenilecek, oyunlar oynanacak, vb. Ama batılı bütün bunları tek bir kelimeyle anlatabiliyor. Biz de almışız aynı kelimeyi kullanmaya başlamışız.
Şimdi gelelim tekrar konumuza. Bilim=science, bilim insanı=scientist. Batılı bu işi ne güzel çözmüş. Bilimle uğraşan insanları anlatabilmek için neden bir isim tamlaması kullanmak zorunda kalalım. Bu ister bilim adamı, ister bilim insanı olsun. Bilimle uğraşan insanları anlatmak için yeni bir isim üretmek çok mu zor? 
Oysa bizim dilimiz yeni kelime üretmek için çok güzel imkanlar sunmaktadır. Örneğin demir işiyle uğraşan birine demirci deriz ve yeni bir kelimedir. Buradan yola çıkarak bilim üretmek veya öğretmek işiyle uğraşanlara bilimci diyebiliriz belki. Ama bu "-ci" eki bizim kültürümüzde biraz satıcı anlamına geliyor. Örneğin simitçi veya dondurmacı vb gibi. 
Başka eklerimiz de var yeni kelimeler üretmek için. Örneğin kimya işiyle uğraşana kimyager denilmesi, kursa giden öğrenciye kursiyer denilmesi gibi. Ama bu eklerin kullanılması da batı dillerinden bize yerleşmiş teknikler. Sonra bilimer kelimesi ilk etapta kulağa pek de hoş gelmiyor. 
Daha çok bizden olan bir teknik daha var yeni kelimeler üretmek için. Örneğin sermaye sahibine sermayedar denilmesi, hissesi olan birine hissedar denilmesi gibi. Örnekler çok havadar, mihmandar, haznedar, dindar, taraftar, sancaktar vb. Örnekleri çoğaltmak mümkün. İşte bu "-dar" eki bence tam oturuyor. İyi havalanmış, temiz havası olan bir ortam için "Havadar" ... ; Hisse sahibi, hissesi bulunan bir kişi için "Hissedar" ... Şimdi bir bakalım. Bilim sahibi, bilim üreten, bilimle uğraşan anlamında "Bilimdar" kelimesini üretsek, nasıl olur? Bence kulağa hoş geliyor.
Aslında yeni kelimeler üretmek çok önemli ve çok zor bir iş de değil. Ancak asıl önemli ve zor olan yeni üretilen kelimenin toplumda kabul görmesi ve konuşma diline yerleşmesi. "Bilim İnsanı" isim tamlaması için "Bilimdar" ismini öneriyorum, bakalım ne kadar kabul görecek.

--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

          TR     +90 532 361 18 90


OTOSKLEROZDA GÖRÜNTÜLEME

Otskleroz otik kapsülün OD geçişli primer otodistrofik bir hastalığıdır. Aynı zamanda "otospongiozis" olarak da isimlendirilebilir. Otik kapsüldeki fildişi görünümündeki enkondral kemik dokunun, spongioz vasküler kemik dokusu ile yer değiştirmesi karakteristik özelliğidir. Dekalsifikasyon sonrasında daha az vasküler ve daha solid bir kemik dokusu gelişimiyle sonuçlanır. Klinik bulgular genellikle 2. ile 40. dekad arasıda İTİK; Miks tip işitme kaybı (MTİK) veya SNİK şeklinde ortaya çıkar. Kafkas ırkında daha sık görülür, Siyahlarda, Kızıl derililerde ve Asyalılarda daha nadirdir. %85 oranında kadınlarda ve bilateral tutulum söz konusudur. Hastalık Fenestral ve retrofenetral (kohlear) olarak iki ana gurupta incelenir. Retrofenestral gruptakilerde sıklıkla fenestral tutulum da vardır, izole retrofenestral tutulum nadirdir.
Görüntüleme tekniği olarak 0,5-1 mm kesit aralığıyla HRCT ve üç boyutlu rekonstruksiyonlar ile pencereler ve otik kapsül hakkında önemli bilgilere ulaşılabilir. 
MR ile kemik doku hakkında bilgi sağlanamazken, ileri derecede SNİK oluşturan olgularda kohlear implant öncesinde kohlear lümenin araştırılması için faydalıdır.
Fenestral otosklerozun tedavisi cerrahi ile stapese yönelik ve piston yerleştirme yöntemleri iken, retrofenestral hastalıkta medikal tedavi olarak flor kullanılması veya ileri olgularda kohlear implant uygulanmasına gidilebilir. 

Kaynak: Purohit B, Hermans R, Op de beeck K. Insights imaging 2014; 5:245-52.
 

--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


Mantıklı toplumlar neden saçma şeyler yaparlar? R KOMPLEKSİ!

İkinci Dünya Savaşından sonra dünyadaki bir çok sosyal bilimcinin beynini bir soru kemiriyordu:
 
Kant, Hegel gibi büyük filozofları, Einstein gibi bilimcileri, Goethe gibi büyük yazarları, Wagner gibi büyük bestecileri çıkarmış bir 
Alman toplumu, nasıl olur da Hitler gibi bir delinin peşinden gitmişti? Üstelik 20 milyondan fazla insanın ölmesine neden olduğu halde? 
Hitler "mühendis kafalı" olmalarıyla ünlü Almanlara ne yapmıştı? 
Onların mantıklarını nasıl "servis dışı" hale getirmişti? 
 
Sorunun özü şuydu: Mantıklı insanların/toplumların mantıksız davranmaya başlamasına sebep olan neydi?
 
Uzun süren araştırmalarla cevabın bazı parçaları keşfedildi. En önemli kavram "R-kompleks" denilen olguydu. R kompleks, "sürüngen 
beyin bölgesi" demektir. Her beyinde bulunur. 

R kompleksle yönetmek, kitlelerin beynindeki " ilkel içgüdüleri aktive ederek, mantıksal düşünmeyi baskılamak " demektir.
 
Peki bu tip liderlerin metodu neydi?
 
Sosyal psikoloji araştırmalarına göre, bir insanın beyinin R-kompleks seviyesine indirgemenin en iyi yollarından biri onu bir gruba dahil etmekti
  1. İnsanları "biz ve onlar" diye ayırmaktı.İç bağları sıkı bir grup içindeki kişi "akıl ihalesi" yoluyla mantığını kullanmaktan vaz geçebiliyordu.
  2. Bu amaçla kullanılan ikinci yol, kitleleri "korku kültüründe" yaşatmaktı. Aynı şekilde "dış düşmanlar" göstererek korkuya dayalı politik propaganda yapılarak da kitleler R-kompleks seviyesin indirilebiliyor. Gerçek dış düşmanlar yoksa, da hayali dış düşmanlar yaratılıyordu!
Araştırmacılara göre, bu siyasi stratejide 3-D çok önemlidir: 
  • Düşman göster, 
  • Dayanışma duygusunu kışkırt, 
  • Düşündürme! Sürekli çatışma çıkar ki, taraftarların düşünemesinler! İnsanların mantığına değil içgüdülerine hitap et!
Peki kitleler bu tip "R kompleksli" liderlerde ne buluyorlar? 
 
En önemli açıklamalardan biri özdeşlik kurma psikolojisiydi. Araştırmacılara göre, kendi hayatında yenik, ezik, kompleksli kişiler, bu tür gücü ve otoriteyi temsil eden liderler üzerinden, kendilerini ezen kocalarından, patronlarından, üst sınıftan kendilerince intikam alıyorlardı.
 
R-komplekse hitap eden liderlerin en büyük sırrı, kendisini bir "intikam aracı" olarak sunmalarıydı. Onlar hep;Kaybedenlere oynayarak kazanıyorlardı!
 
Kimliklerini bir düşmana göre konumlandırıyorlardı. 
Düşman yoksa, hayali düşmanlar yaratıyorlar, eğitimsiz ama öfkeli kitlelerin enerjisini bu yöne kanalize ederek, oy kazanıyorlardı.
 
Mesajları şöyleydi: "Ben de senin gibiyim ama senin olmadığın bir yerdeyim, oyunla bana güç ver nefret ettiğin herkesin canını okuyayım!"

Bu tip liderler kolaylıkla iktidara gelebilirken, gidişlerinde büyük bedel öder ve ödetirler. Çünkü hakim durumlarını kötüye kullanıp, kendilerini tek seçenek olmaya zorlarlar. 
Bu tip liderler, toplumlar için bir zeka testidir.

KAYNAK: Mümin Sekman 

--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

          TR     +90 532 361 18 90


ECDADIMIZ, HAKLI GRURUMUZ

Yılmaz Özdil'den
1453

Rönesans insanıydı. Entelektüeldi. Arapça, Farsça, Latince, İtalyanca, Rumca, Sırpça, henüz 19 yaşındayken altı lisan konuşurdu. Felsefeye meraklıydı. Milattan önceye ait Yunanca elyazmaları okurdu. Filozofları etrafına toplar, Peripatosçuların, Stoacıların ilkelerini, Platon'u Aristoteles'i tartışırdı. Coğrafyaya düşkündü. Batlamyus olarak tanınan Cladios Ptolemaios'un Geographia'sını incelerdi. Matematiksel coğrafya kavramının miladı kabul edilen Geographia'da bölük porçük yeralan haritaları, bütün haline getirtip yayınlattı. Akdeniz, Ege ve Adriyatik'in girintilerini çıkıntılarını, derinliklerini, adalarını avucunun içi gibi bilirdi. Mesela, Limni adasını vergi toplamak için almadı, stratejik önemi olduğu için almadı. Peki neden aldı? Tin-i mahtum, yani "mühürlü toprak" adı verilen kırmızı renkli bir toprak türü var, sadece Limni'de bulunuyor, zehirlenmeye, yılan sokmasına karşı deva olduğuna inanılıyor, bezlere sarılıp yıkanıyor, süzme yoğurt gibi ağaçlara asılıyor, toz halinde kurutuluyor, tekrar çamur haline getirilip, bardak yapılıyor, bu bardağa konulan içecekte zehir varsa, bardak çatlıyor iyi mi… Limni'yi işte bu yüzden aldı. Dünyanın henüz dünyadan haberi yokken, doğal kaynakları kullanırdı. Astronomiyle ilgiliydi. Özellikle, matematiksel sentez anlamına gelen ve 13 kitaptan oluşan Almagest'in Latince çevirisine bayılırdı. Matematiğe trigonometri seviyesinde hakimdi. Çünkü, güneş'in ay'ın hareketlerini, yörüngeleri, yıldızları, ekinoksları izah eden Almagest'i kavrayabilmen için, trigonometri bilmen gerekirdi. Efsane astronom Ali Kuşçu'nun tee 1438'de hazırladığı yıldız kataloglarını, matematik teorilerini tekrar tekrar okur, adeta yutardı. Bizans'a ait kitapların koleksiyonunu yapardı. Ayasofya'ya dair neredeyse yazılmış tüm orijinal eserleri biriktirmişti. Topkapı Sarayı'nda kurduğu kütüphanesinde ilk ciddi araştırma, 1929'da Mustafa Kemal Atatürk'ün emriyle gerçekleştirildi. Latince, Yunanca, İtalyanca, Farsça 587 eser tespit edildi. Bunların dördü elyazması İlyada Destanı'ydı. Bugün tüm dünyadaki kütüphanelerde en iyi korunabilmiş Bizans dönemi İlyada Destanı, onun kütüphanesinden çıkan elyazmalarından biri… İstanbul'un Konstantinopolis dönemine ait en eski şehir haritası, ondaydı. Büyük İskender'in biyografisi olan Anabasis'in kopyası, kütüphanesindeydi. Homeros'un İlyada'sından o kadar etkilendi ki, kalkıp Truva'ya gitti. Yanından ayırmadığı vakanivüs Kritovulos'un notlarından biliyoruz, kalıntıları gezdi. Akhileus'un, Hektor'un mezarları hakkında bilgi aldı, kahramanlıklarını saygıyla andı. Truva'nın konumunu, denizle-karayla ilişkisinin stratejik yararını irdeledi. Papa II. Pius'a yazdığı mektuptan anlıyoruz ki, İstanbul'un fethini Truva'nın rövanşı gibi görürdü. Hobileri vardı. Denizi çok severdi. Oppianos tarafından kaleme alınan ve balıkçılık üzerine yazılmış en eski kitap olan Halieutika'yı okurdu. Balıkçılık gelişsin diye, Pontus'u aldıktan sonra, 60 kadar Rum balıkçıyı aileleriyle birlikte getirdi, Sarıyer'e yerleştirdi. Ezop'un fabllarını okurdu. Merak yelpazesi genişti, Hipokrat'ı, lir sanatını, hayvanların özelliklerini, değerli taşları okurdu. Kültür adamıydı, sanatçılara kol kanat gerer, ödüllendirirdi. Şairdi. "Avni" mahlasıyla şiirler yazardı. Bağda gülden bahseden, yanağını kasdeder / serviden söz açanlar, endamını kasdeder / dilbere vasıl olmak dar-ı dünyadan murad / aşık, aşkın derdi ile dermanını kasdeder… Mimariyi çok önemserdi. Yaşadığı mekanları Alla Turchesca, İran, Karaman, Alla Greca tarzında inşa ettirirdi. Sofu değildi. Hatta dindar olduğu bile pek söylenemez. Galata'daki San Pietro kilisesine gidip, ayin izlerdi. Seremoni sevmezdi, kalabalıklarla dolaşmazdı, inanması güç gelecek ama, seyyahların notlarından okuyoruz, kiliseye giderken yanında sadece iki koruma olurdu. Yahudi, Rum farketmez, ustalarıyla dostluk kurardı. İtalyan ekolünü beğenirdi. Portresini İtalyan ressam Bellini'ye yaptırdı. (Ecdadın torunları olduğunu iddia eden palavracı politikacılarımız sahip çıkmadığı için… En ünlü tablosu, National Gallery koleksiyonuna dahildir, Londra'da Victoria Albert Müzesi'nde sergilenir.) Aslında kendisinde de ressamlık yeteneği vardı. Topkapı Sarayı'nda bulunan ve Ordinaryüs profesör Süheyl Ünver tarafından günışığına çıkarılan defterinden biliyoruz. Roma büstlerini andıran insan figürleri, at, leylek, kartal gibi hayvan figürleri, çiçek motifleri çizmişti. İlk altın sikke onun için bastırıldı. Üzerinde "darib'ün nadri sabih-ül-izzi vennasri, filberri velbahri" unvanı bulunuyordu. Yani "izzet sahibi, karaların ve denizlerin hakimi"ydi. Aslına bakarsanız, bu sikkenin öyküsü de, sanat merakından kaynaklanıyordu. Bizans ganimetlerini incelerken, İmparator 8. Palaeologos'un portresinin madalyon üzerine işlenmiş olduğunu gördü. Kendisi için bunun bir benzerini yaptırmak istedi, araştırdı, Constanzo di Moysis isimli sanatçıyı Napoli'de buldurdu, İstanbul'a getirtti. Böylece, madalyona işlenen ilk Müslüman hükümdar oldu. Eğitimine beş yaşında başlandı, çocukluğundan itibaren harp tarihiyle, harp sanatıyla yetiştirildi. Ateşli silahları tasarım yapabilecek seviyede tanırdı. Tarihte ilk havan topunun çizimlerini, bizzat o yaptı, tarihte ilk havan topu İstanbul'un fethinde kullanıldı. Gerçek manada dünya lideriydi. 


Kaynak: Gözcü Gazetesi, 29 Mayıs 2016, Yılmaz Özdil


--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com