Mustafa Asım Şafak kim?

Fotoğrafım
Antalya, 05323611890 masafak@gmail.com, Türkiye

DEVRİMLERİMİZDEN MİNİCİK BİR ÖRNEK

1934 yılı, Haziran ayı... Ankara, önemli bir konuğu ağırlamaya hazırlanıyor. İran Şahı Rıza Pehlevi gelecek ve Atatürk devrim​lerini inceleyecek.

Atatürk, yakın arkadaşlarını Çankaya Köşkü'nde topluyor.
"Şah için nasıl bir program yapalım?" diye soruyor. Kimi Orman Çiftliği'ne götürmeyi öneriyor, kimi "Merinos'u gezdirelim" diyor. 

Beğenmiyor önerileri Atatürk: 

"Bütün bunlar İran'da da var. Onlarda olmayan bir şey yapmalı, farkımızı ortaya koymalıyız." 

Aklında bir şey olduğu belli...
Sofradakiler merakla bekleşirken kararını açıklıyor:

"Opera yapacağız!" 
  
İşte ilk Türk operası Özsoy'un doğuş hikayesi bu...

Atatürk operanın konusunu da kendisi belirliyor. İranlıların Şeyhnamesi'nden esinlenmiş bir destan planlıyor: 

Öykü, Hakan Feridun'un ikiz oğulları Tur ile İraç üzerine kurulu... İkizler doğduğunda şeytanın gazabı onları birbirinden ayırıyor. Ayrı yollara gidip birbirlerinden uzaklaşıyorlar. Ama yüzyıllar sonra buluşup kardeş olduklarını anlıyorlar. Tıpkı "ayrı yollara giden ikizler" Türkiye ve İran gibi...

Bunu yazması için Münir Hayri Egeli'ye veriyorlar. Librettoyu Egeli yazıyor. 

Sonra besteci arayışına girişiliyor. Adnan Saygun akıllarına geliyor. Saygun devlet bursuyla gönderildiği Paris'ten yeni dönmüş. Musiki Muallim Mektebinde hocalık yapmakta. Henüz 27 yaşında. Librettoyu okuyor.

"Şah geliyor. Bundan bir opera yapacaksın" diyorlar. Seviniyor Saygun. Daha önce hiç operası yok Türkiye'nin... Soruyor: "Solist var mı?" "Yok!" "Koro var mı?" "Yok." "Orkestra var mı?" "Yok." "Ne kadar vaktimiz var?" "Bir ay!" 

Mucizevi bir öyküdür bu. 1 ayda, 27 yaşındaki o adam, hem de Riyaseti Cumhur Orkestrası şefinin engelleme çabalarına rağmen solistleri buluyor, Orkestrayı, koroyu kuruyorr, Eseri besteliyor ve Türkiye'nin ilk opera eserini yazıyor. 

uykusuz geceler için sonradan şöyle yazacaktır. "Ah bu çalışma!.. Zaman kısa, imkânlar son derece sınırlı. Ama içimiz coşkun. Yalnız benim değil, bütün görev almış arkadaşlarımın içi şevkle kaynıyor. Acaba o atılım üstüne atılım yıllarında içimizde duyduğumuz dinmek bilmez heyecanı, sönmek bilmez ateşi şimdiki kuşaklar nasıl duyuyorlardır".

Atatürk gelişmeleri uzaktan takip eder. Bir ara Sovyet sefiri Karahan'a "Sen anlarsın, git bir bak" deyip provalara yollar. İyi haber alınca kendisi de gidip izler bir provayı...

Ve Özsoy, 19 Haziran 1934 gecesi, iki devlet adamının huzurunda sahnelenir. Atatürk bu mucizenin yaratıcılarını gece Çankaya Köşkünde ağırlar, kutlar ve engellemeye çalışanlara, "Bu bir devrim hareketidir" der. 

Eylül'de Adnan Saygun'un 100. doğum yıldönümü kutlandı. Saygun'u ya da Özsoy'u anımsayan kaç kişi var bugün?

--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


İKİ ŞEY

İki şey 'Kalitesiz İnsan'ın özelliğidir: 
1- Şikayetçilik 
2- Dedikodu 
İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer: 
1- Bakış açısını değiştirmek 
2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek 
İki şey yanlış yapmanı engeller: 
1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgeçinden geçirmek 
2- Hak yememek 
İki şey kişiyi gözden düşürür : 
1- Demagoji (Laf kalabalığı) 
2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek) 
İki şey insanı 'Nitelikli İnsan' yapar: 
1- İradeye hakim Olmak 
2- Uyumlu Olmak 
İki şey 'Ekstra Değer' katar: 
1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak 
2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek 
İki şey geri bırakır: 
1- Kararsızlık 
2- Cesaretsizlik 
İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar: 
1- Yeteneğini keşfetmek 
2- Sevdiğin işi yapmak 
İki şey başarının sırrıdır: 
1- Ustalardan ustalığı öğrenmek 
2- Kendini güncellemek 
İki şey geri alınmaz: 
1- Geçen zaman 
2- Söylenen söz 
İki şey ulaşmaya değerdir: 
1- Sevgi 
2- Bilgi 
İki şey "hayatta önemli olan her şey" içindir: 
1- Nefes alabilmek 
2- Nefes verebilmek.


Giordano Bruno (1548- 1600)


--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


IQ TESTİ


Figür hangi yöne dönüyor?

Saat yönüne diyorsanız, beyninizin sağ tarafı aktif.
Saatin ters yönüne diyorsanız sol tarafa aktif.

Ancak her iki yöne de döndüğünü görebiliyorsanız IQ değereniz 160'ın üzerinde.


--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


ÖNEMLİ OLAN NE?

Bir gün bir Felsefe profesörü, elinde birkaç kutu olduğu halde  derse gelir. Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden, önüne   büyükçe bir mayonez kavanozunu alır ve ağzına kadar tenis topları ile doldurur ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar;   
Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler, 
Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker, böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur ve öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar, onlar da 'evet' doldu derler, profesör bu defa masanın üzerindeki   diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Tabii ki  kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. 
Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar,Öğrenciler  de koro halinde 'evet' derler. 

Bu sefer profesör masanın   altında hazır bekleyen 2 fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, Kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Öğrenciler gülerler!  

Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek 'eveet' Diyerek; 
Ben '
Bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım ' Der. 
Şöyle ki;  
Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir. 
Diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli  şeyler kalır ve hayatınızı doldurur. 
O çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir; işiniz, eviniz, arabanız vs. 
Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir. 
'Şayet Kavanoza  önce kum doldurursanız...' diye, anlatmaya devam eder, 'çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz. Aynı şey  hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere   harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. 

Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz eden şeylere çevirin. Çocuklarınızla oynayın. Sağlığınıza dikkat edin. Eşinizle yemeğe  çıkın. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza  yerleştirin. Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin Gerisi hep kumdur.

Bu Ara   Bir öğrenci  sorar; 'Peki, O iki fincan kahve nedir?' 
Profesör gülerek: 'Bu soruyu bekliyordum,Hayatınız ne Kadar   dolu olursa olsun, her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle bir fincan  Kahve içecek kadar yer vardır !!! ' 

--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


BAYANLAR LOKANTALARA NASIL GİTMEYE BAŞLADI

Süreyya Ağaoğlu, Türkiye'nin ilk kadın avukatıdır. 1924-25 ders yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra, Ankara'ya ailesinin yanına döner. 
Bir arkadaşıyla birlikte Adalet Bakanlığı'nda staja başlar.. İlk günlerin heyecanı geçince, bir sorunla karşılaşırlar: Öğle yemeği işini nasıl çözeceklerdir ? Evlerine gidemezler, evleri bakanlığa çok uzaktır. Lokantaya da gidemezler.. Aslında o zamanlar Ankara'da yemek yenebilecek bir lokanta, İstanbul Lokantası vardır. Ama, hep milletvekillerinin yemek yediği bu lokantada, kadınların yemek yediği görülmüş şey değildir.. Türkiye'nin, bu ilk kadın stajyer avukatları, öğle yemeklerini, bir süre için peynir ekmek yiyerek geçiştirirler. Ama sonunda dayanamazlar..

Zamanın Basın-Yayın Genel Müdürü olan babası Ahmet Ağaoğlu'na giden Süreyya, öğle yemeklerini İstanbul Lokantası'nda yiyebilmek için izin ister. Ahmet Ağaoğlu, bunda bir sakınca görmez, peki, der.. İki arkadaş, ertesi gün öğleyin lokantaya gider, küçük bir bölümüne geçip güzel güzel karınlarını doyurur. Ahmet Ağaoğlu'nu ve kızını tanıdıkları için kimse yüzlerine bir şey söyleyemez, ama arkalarından konuşmalar başlar. Homurdanmalar ve şikayetler yükselir.  Şikayetler aynı gün, zamanın başbakanı 'Rauf Bey'e de iletilir. Rauf Bey de Ahmet Ağaoğlu'nu arayıp durumu anlatır. 

Süreyya, o akşam eve döndüğünde, babasının kendisini beklediğini görür. Ahmet Bey hemen konuya girerek, "Başbakan Rauf Bey, senin ve arkadaşının lokantada yemek yediğinizi ve herkesin bunu konuştuğunu anlattı.. Bundan sonra öğle yemeklerine bana gelin," der.. Süreyya çok üzülür, ama yapacağı bir şey yoktur.. 

Birkaç gün sonra, Atatürk ve eşi Latife Hanım, Ahmet Ağaoğlu'na misafirliğe gelir. Sohbet edilirken, söz bu konudan açılınca, Süreyya Hanım, olayı bütün açıklığıyla Atatürk'e anlatır. Onun, kendisini anlayacağını ve destekleyeceğini düşünmektedir. Oysa, onu dinleyen Atatürk, "Babanın da, Rauf Bey'in de hakkı var," demesin mi ?.. Büyük bir hayal kırıklığına Süreyya, ertesi gün bakanlıktaki odasında çalışırken, bir yetkili telaşla içeri girer : "Süreyya hazırlan, Paşa seni yemeğe götürecekmiş !.." Süreyya şaşırır, apar topar kapının önüne çıkar. Yanında bir milletvekili ve yaveriyle arabada oturan Atatürk, onu görünce, "Latife bugün seni öğle yemeğine bekliyor," der.  Süreyya hem şaşkın hem sevinçlidir. O bindikten sonra hareket eden otomobil İstanbul Lokantası'nın önünden geçerken, Atatürk, birden şoföre durmasını söyler. Bozüyük milletvekili Salih Bey telaşla yanlarına gelince, Atatürk, herkesin duyabileceği bir sesle, ona, "Bugün Süreyya'yı bize götürüyorum, ama yarın buraya gelecek, yemeğini lokantada yiyecek.." der. Süreyya'nın şaşkınlığı daha da artar. 

Ne olup bittiğini, Latife Hanım, yemekte, onun kulağına eğilip, "Paşa, dün akşam bu lokanta olayına çok kızdı, ama babanı senin yanında ezmek istemediği için kızgınlığını belli etmedi. Eve gelir gelmez, birkaç milletvekilini arayarak, yarın mutlaka eşleriyle birlikte lokantaya öğle yemeğine gitmelerini söyledi," deyince durumu anlar..

Süreyya Ağaoğlu, ertesi gün, arkadaşıyla İstanbul Lokantası'na gittiğinde, birkaç milletvekili eşinin de ilk kez orada olduğunu görür. Kimse onları bakışlarıyla bile rahatsız etmeye yeltenemez.. Bu bir ilk olur... Atatürk ve Türkiye'nin ilk kadın avukatı Süreyya Ağaoğlu, kadınların, tıpkı erkekler gibi, bir lokantada yemek yiyebilmesine de öncülük etmiştir...

--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


BAYRAMDA ÇALIŞIRIZ BAYRAMLAR İÇİN

Talip APAYDIN'IN 1967 yılında yayımlanan ''Karanlığın Kuvveti''  

adlI kitabında yer alan anısı,

Kurban bayramı tam kışın ortasına rastlıyordu. O günler bir soğuktu, bir soğuktu...

Kar, fırtına, tipi...

Eskişehir ortalarında papaz harmanı savruluyordu. Göz gözü görmüyordu dışarılarda. Sular donmuştu hep. Seydi Suyu iri buz parçaları akıtıyordu. Santral kanalı kapandığından, elektriklerimiz kaç gündür doğru dürüst yanmıyordu. Akşam seminerlerinde kitap okuyamıyorduk, ders çalışamıyorduk. Lambalar ikide bir usulca sönüveriyordu.

Dersliklerimizde pelerinlerimizle oturuyorduk da, gene de ısınamıyorduk. Musluklarımızdan su akmıyordu. Ellerimizi yüzlerimizi yıkamak için dere kıyısına gidiyorduk. İçme suyumuz yoktu.Üç gün bayram iznimiz vardı, ama bu soğukta nereye gidecektik? Köyü yakın olanlar gitti ancak.

Bayram sabahı kampana çaldı. Dışarıda toplanılacak dediler. Başımızı gözümüzü sararak, büzülerek çıktık. Müdürümüz Rauf İnan merdivende bizi bekliyordu.Üstünde palto bile yoktu. Ellerini arkasına bağlamıştı. Boz urbaları içinde, yağsız çehresiyle bir heykel gibiydi. Savrulan karlardan gözlerini kırpıştırıyordu. O halini görünce usulca pelerinlerimizin yakalarını indirdik. Ellerimizi cebimizden çıkardık.

"Arkadaşlar ! " diye başladı.

Bir canlıydı sesi, bir heybetliydi. Önce yılgınlık psikolojisinin zararlarını anlattı. Korkan insanın muhakkak yenileceğini ve korktuğuna uğrayacağını söyledi.

Bu hava soğuk evet, fakat siz isterseniz üşümezsiniz, dedi. Olduğumuz yerde birkaç kez sıçramamızı ve kuvvetli tepinmemizi istedi. Dediğini yaptık. Birden ısınmıştık sanki. Hoşumuza gitmişti.

Bugün bayram, dedi. Şimdi birbirimizi tebrik edeceğiz.Sonra yapacağımız iki iş var: Ya tekrar içeri girip sıralara büzülmek, mıymıntı mıymıntı oturmak, bu üç günü böyle faydasız, hatta zararlı geçirmek, can sıkıntısından patlamak. Boşuna içlenmek. Üstelik üşümek.

Yahut da kazmayı, küreği alıp, santral kanalını temizlemeye gitmek.

Emin olun gidenler, kalanlar kadar üşümeyecektir.
Çünkü inanarak çalışan insan ne soğukta üşür, ne sıcakta yanar.
 

O; yücelten, dirilten, kuvvetli kılan bir heyecan içinde her türlü güçlüğün üstüne çıkmıştır... Onu hiçbir karşı kuvvet yolundan alıkoyamaz. Yeter ki bir insan yaptığı işin gereğine inansın.

Ben şimdi kazmamı küreğimi alıp kanala gidiyorum,dedi. Çünkü kanal açılınca elektriklerimiz yanacak.

Elektrik yanınca okulun işleri yoluna girecek. Kitap okuyabileceksiniz, ders  çalışabileceksiniz. Sularınız akacak, yıkanabileceksiniz.

Size şunu söylüyorum, bizim asıl bayramımız, yurdumuz bu gerilikten, bu karanlıktan kurtulduğu gün başlayacaktır. Şimdilik bize düşen milletçe çalışmak, çok çalışmaktır. Parolamız şu olmalıdır:

 "Bayramlarda çalışırız bayramlar için".

Ben gidiyorum. Gelmek isteyenler gelsin.

Heyecanlanmıştık, üşümemiz geçmişti.Hepimiz geleceğiz! diye bağırmıştık.

Bayramda çalışırız bayramlar için!

Bayramda çalışırız bayramlar için!

Altı yüz kişi böyle bağırdık. Sonra da kazma kürekleri koyduğumuz işliğe doğru bir koşuşma başladı. İnsanların böyle canlanması, bir amaca doğru saldırması belki sadece savaşlarda görülür..

Santral havuzundan başlayarak onar metre arayla su kanalına dizildik.

Çıplak Hamidiye Ovası ayaz. Kırıkkız Dağı'ndan doğru zehir gibi bir rüzgâr esiyor. Pelerinlerimizin etekleri uçuşuyor. Kazmayı vurdukça yüzlerimize buz parçaları fırlıyor.

Bazı yerlerde kar her yeri doldurmuş, kanal dümdüz olmuş. Nereyi kazacağız belli değil. Müdürümüz, öğretmenlerimiz başımızda dört dönüyorlar. Bir o yana koşuyorlar, bir bu yana.

Öyle çalışıyoruz ki, boyunlarımızdan buğu çıkıyor.
Bazen adam boyunda buz parçalarını elleyip çıkarıyoruz kıyıya. Kimisi bağırıyor, kimisi kazmalara tempo tutuyor. Bir gürültü gidiyor kanal boyunca.

Yeşilyurt köylüleri evlerinin önüne çıkmış, bize bakıyorlar. Böyle çalışmamıza alışkınlar ama bayram günü, bu soğukta  nasıl donmadığımıza şaşıyorlar.

Yeşilyurtlu arkadaşımız Azmi, köyü yakın olduğu için izinli ya! Bize evlerden bazlama ekmek taşıyor. Köylü ekmeğini özlemişiz, aramızda  kapışıyoruz.

Yukarılardan, aşağılardan ikide bir sesler yükseliyor:

-Bayramda çalışırız bayramlar için!

Koca ova çınlıyor. Taa uzaktan Hamidiye'nin, Mesudiye'nin köpekleri ürüyorlar.

Bu kış günü böyle seslere anlam veremiyorlar herhalde.

Ayaz, ovanın ıssızlığı yırtılıyor. 

O gün o kanalın yarı yerini açtık. Bir buçuk metre derinliğinde, uzun, derin bir çukur karları yara yara gitti. Ertesi gün taa bende kadar tamamladık.

Sonra merasimle suyu saldık. Nazlı bir gelin getirir gibi, önünden ardından yürüyerek, türküler marşlar söyleyerek getirdik ve geç zamanda, santral havuzuna döndük, sonra bir baktık, okulumuzun balkonuna çakılı  "Ç K E" yandı...    ( Çifteler Köyü Enstitüsü ).

O zamanki sevincimizi nasıl anlatmalı? Üşümüş ellerimiz alkıştan ısındı. "Yaşa var ol" seslerimiz ufukları kapattı. Dünyanın en içten gelen, en coşkun bayramı oldu belki.

Hiç unutmam bir arkadaşımız kendi ellerini öpüyordu. "Aferin ulan eller, diyordu, bu elektriğin yanmasında senin de hissen var, yaşasın."Sevinçten gözlerimiz yaşarmıştı.

Müdürümüz bir tümseğe çıktı. Birkaç kelimeyle başarımızı tebrik etti. Her nokta koyuşta "sağool!" diye bağırıyorduk..

- Şimdi, dedi, depomuza su dolacak, banyoyu yakacağız.Yıkanın ve çalışıp başarmış insanların huzuru içinde uyuyun.

İşte gördünüz, inanarak çalışan yapar! Amacına ulaşır! Bu heyecanla çalışmaya devam edersek, biz Türkiye'yi de yükseltebiliriz!

-Yükselteceğiz!, diye bağırdık.

-Bayramda çalışırız bayramlar için!

-Bayramda çalışırız bayramlar için!

İçeri girdik, musluklardan şarıl şarıl sular akıyordu. Birbirimizi tebrik ediyorduk. Unutulmaz bir bayramdı.

--------------------------------------------

1947'de Marshall Yardımı almak için

-KÖY ENSTİTÜLERİNİN NİÇİN KAPATILDIĞINI
anlamak üzere bunu okuyun ,okutun. 


--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90


OSMANLI İMPARATORLUĞU NASIL YIKILDI?

https://www.youtube.com/watch?feature=player_detailpage&v=GZ4xw3gkmBY

--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com


ŞAFAK MA, MD.
Professor of Otorhinolaryngology
Head of Otorhinolaryngology Department
President of Surgical Science Division
Near East University, Faculty of Medicine
Chief Editor of Near East Medical Journal

GSM: TRNC +90 542 877 55 66
          TR     +90 532 361 18 90