Mustafa Asım Şafak kim?

Fotoğrafım
Antalya, 05323611890 masafak@gmail.com, Türkiye

HACETTEPE 88 KKTC TOPLANTISI

St. HILARION KALESİ

Girne'deki kalelerin duvarlarında, geçip giden tarihi hissetmemek mümkün değildir. Beşparmak Dağları'nın kuzey eteklerinde inşaa edilmiş St. Hilarion Kalesi'nin burçlarından Girne'nin müthiş manzaralarını kuşbakışı seyredebilirsiniz.

Girne'ye 10 km uzaklıkta olan St. Hilarion Kalesi'ne çıkan yol düzgün ve güvenilir olmamakla birlikte 700 mt yükseklikte bulunan 480 basamak tırmanılarak kaleye ulaşıldığında insanı büyüleyen bir mutluluk verir.

Kalenin batısında Karaman ve Lapta köyleri, ufukta Korcamit Burnu bulunmaktadır. Bir harita gibi çizilmiş zeytin ağaçlarından sınırları olan tarlalar, dağların yamaçlarından Akdeniz'in mavi sularına kadar uzanan alanda gözümüze ilk çarpan muhteşem görüntüler arasındadır. Yazın alçak kesimlerde görülen kuru sıcak hava, St. Hilarion'a doğru çıkıldığında yerini serin bir rüzgara bırakır.

İkiz bir burun üzerine inşaa edilmiş St. Hilarion Kalesi'nin ismine tarihte 1191 yılında rastlanmıştır. Kale, burada ikamet eden Filistinli St. Hilarion'ı ziyarete gelenlerin artması ile manastıra dönüştürülmüş ve ismini bu azizden almıştır. Bugün kalede, eski manastır kilisesinden kalan bazı kalıntılara rastlamak mümkündür.

Manastır, 11. Yüzyılda Türklere karşı korunmak için sağlamlaştırılmıştır. Kıbrıs Adası'nı ve kalelerini bir süre Arslan Yürekli Richard kontrol etmiş 1191 yılında St. Hilarion Kalesini Guy de Lusignan'a teslim etmiştir. Bu dönemde savaşların önemli noktası haline gelen kale, Kıbrıs adasının bağımsızlığı yolunda etkili bir rölü olmuştur.

  St. Hilarion Kalesi komutan odası

140 savaşsız geçen yıl içinde kalede yenilikler yapılmış ve Lüzinyanlı asillerin dinlenme yeri olarak kullanılmıştır.

St. Hilarion Kalesinin yeniden savaşla tanışması 1373 yılında olmuştur. Antakya Prensi John, burada Cenevizliler'e karşı savaştı. Venedikliler'in 1489 yılında adaya gelmeleri ile kale eski önemini yitirdi.

St. Hilarion Kalesinde üç ayrı bölüm bulunmaktadır: Kalenin üst bölümü, üzerinde bulunduğu tepenin iki uçlu olması nedeniyle Dydimus (ikizler) olarak bilinmektedir. Orta giriş bölümünde Lüzinyan kapısı yer almakta, burada açılıp kapanan bir köprü bulunmaktadır. Köprünün sağında bugün kubbesi olmayan bir kilise yer almaktadır. En alt bölümünde ise askerler, atlar ve diğer malzemelerin bulunduğu yerler vardır. Doğuda soylu kesim yer alır, batıda ise gündelik odalar bulunmaktadır.

Uygarlıkların egemenliği sırasında yaşanan hareketlilikle, bugün Beşparmak Dağları'nın üzerindeki durgunluğu çelişki oluştursa da, doğayla başbaşa kalan kale, hala insanı etkileyecek bir büyüye sahiptir.

Girne-Lefkoşa karayolunun Boğaz bölgesinden dağ yolunu kullanarak kaleye ulaşabilirisiniz. Yazın 09.00-16.30 kışın ise 09.00-16.00 arasında ziyarete açıktır.

SELİMİYE CAMİİ

Lefkoşa'da yer alan Selimiye Camii, Kıbrıs'ın en gösterişli ibadethanesidir. Lüzinyan döneminde (1209-1326) gotik formunda inşa edilen ve katedral olarak kullanılan St. Sophia , Selimiye Camisi adı verilerek Osmanlılar tarafından camiye çevrilmiş, yapıya iki minare, bir minber ile bir mihrap ilave edilmiştir.


Lefkoşa Selimiye Camii'nin yapımına 1209'da Ayasofya kilisesi olarak başlanmıştır. İlk olarak katedral olarak kullanılmaya başlanılan Selimiye Camii Kıbrıs adasını Türklerin almasıyla camiye döndürülerek camii olarak kullanılmaya başlanmıştır. Camii yapısında üç koridor ve altı yan bölüm yer almaktadır. Selimiye Camii'nin önemli özelliklerinden biride içinde mezarların yer almasıdır.

Kıbrısın bu gösterişli yapısı 1373 yılında Cenevizliler, 1426 yılında Memlükler tarafından yağmalanmış ve birkaç deprem sonucunda zarar görmüştür. 1491 yılındaki yer sarsıntıları sonucu, Katedralin doğu bölümü yıkılmış ve Venedikliler tarafından onarılırken, eski bir Lüzinyan kralının mezarı ortaya çıkmıştır. Bozulmamış durumda olan cesedin başında altın bir taç, üzerinde de altından eşya ve belgeler bulunmuştur. Fransız mimar ve ustaları tarafından inşa edilen katedral Orta Çağ Fransız mimarisinin çok güzel bir örneğidir. Katedral, anıtsal bir kapıyla başlar. Kapının üzerindeki taş oyma pencereler, eşsiz bir Gotik sanatı örneğidir. Girişin iki yanında bitirilememiş olan çan kulelerinin üzerine, Osmanlılar tarafından cami minareleri oturtulmuştur.

BÜYÜK HAN

Lefkoşa'nın geleneksel ticaret merkezlerinden biri olan Asmaaltı Meydanı'nın güney-batısında bulunan Büyük Han, sadece Lefkoşa'nın değil, tüm Kıbrıs'ın en büyük şehir içi ticaret hanı idi. Osmanlı Döneminden günümüze gelebilen iki handan biri olması itibariyle kültür tarihimizde ayrıcalıklı bir yeri vardır. Bursa'daki Koza Han örnek alınarak yapılmıştır. Yapımıyla ilgili olan bir belge günümüze kadar gelmiştir.

Sultan Selim'in Ayasofya Camisine vakıf olarak yaptırdığı dükkânların 1572-1579 yılları arasında Kıbrıs Beyler Beyi olan Sinan Paşa tarafından yıktırıp, yerine bir kervansaray yaptırdığının Sultan Selim'e bildirmesi üzerine, padişahın Kıbrıs Defterdarı ile Lefkoşa ile Gülnar kadılarına (Osmanlı İmparatorluğunda, kazaî ve adlî yetkisi olan kimse) gönderdiği 5 Ocak 1577 tarihli hükümde, yaptırılan kervansarayın vakfa gelir sağlaması halinde padişah adına satın alınması, eğer vakfa faydası yok ise yıkılıp yerine eskiden olduğu gibi dükkânların yapılması istenmiştir. İlkin Haramein Vakfı altındaki Sultan Selim Vakfı'na kayıtlı iken, daha sonra Mazbuta Vakıf kapsamına girmiştir.

Yapıldığı dönemde ''Yeni Han'' adıyla bilinmesine karşın, özellikle Alanya'dan gelen tüccarların konaklama yeri olması nedeniyle ''Alanyalılar Han'' olarak da bilinmekteydi. Ancak XVII. yüzyılda hemen bitişiğindeki Asmaaltı Meydanı'na küçük ölçekli Kumarcılar Hanı'nın yapılması üzerine, halkın kıyaslaması sonucu, ''Büyük Han'' adıyla anılmaya başlanmıştır. 1878 – 1903 yılları arasında İngiliz Sömürge İdaresi tarafından hapishane ile Zaptiye Merkezi olarak kullanılmıştır. Destanlara da konu olan kanun kaçaklarından Hasan Bulliler ile Tabur İmam Tekkesinin kurucusu olan Cezayirli Tabur İmam'ın burada hapis yattıkları kaydedilmektedir.


1903 – 1947 yılları arasında han olarak orijinal işlevini sürdürmüştür. 1947 – 1962 yılları arasında odaları yoksul ailelere kiralandığından küçük bir mahalleyi andırmaktaydı. 1982 – 2002 yılları arasında restore edildikten sonra Kıbrıs'a özgü el sanatlarının üretip satıldığı bir merkez olarak hizmete sokulmuştur.

Yaklaşık kare planlı ve iki katlı bir yapıdır. Ortadaki açık avlunun etrafını, önlerinde çapraz tonozlu revaklar bulunan tonozlu odalar çevrelemektedir. Alt kat odaları ticarethane, üst kat odaları ise otel olarak kullanılmaktaydı. Alt ve üst katlarda 68 oda, doğu girişindeki revakların gerisinde ise tek katlı 10 dükkân bulunmaktadır. Asmaaltı meydanına açılan doğudaki ana giriş kapısının iki yanındaki revaklarda hayvanlara ait yem ve su yalakları bulunmaktaydı. Hanın yüksek kemerli olan batı kapısı develerin hana girmelerine kolaylık sağlamaktaydı.

Hanın orta avlusunda sütunlar üzerinde yükselen bir köşk mescidi bulunmaktadır. Anadolu'daki benzer örneklerden yararlanarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Mescit'in altında bir su deposu vardır. Köşk mescidinin güneybatısındaki mezarın kime ait olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, mescitte ibadet ederken vefat eden eşraftan birine ait olduğu sanılmaktadır.

St. BARNABAS KLİSESİ

Salamis'te doğmuş Yahudi bir ailenin oğlu olan, St. Barnabas, Kudüs'te eğitim gördükten sonra Kıbrıs'a döner ve Hıristiyanlığı yaymak için 45 yılında St. Paul ile çalışmaya başlar. Bu faaliyetlerden dolayı vatandaşları tarafından öldürülüp, cesedi denize atılmak üzere bir bataklığa saklanır. St. Barnabas'ın öğrencileri olayları izleyip, cesedi Salamis'in batısında bir yeraltı mağarasına gömerler ve göğsüne de St.Mathews'un yaptığı incilin kopyasını koyarlar. Cesedin yeri bilinmediğinden uzun yıllar gizli kalır. 432 yıl sonra piskopos Anthemios, mezarı rüyasında gördüğünü söyleyerek, açılmasını ister. Mezar açıldığında St. Mathews incili dolayısıyla, St. Barnabas teşhis edilmiş olur. Bu keşif sonrasında Piskopos, İstanbul'a giderek İmparator Zeno'yu bilgilendirir ve Kıbrıs kilisesinin özerkliğini kazanır. İmparator, gömütün bulunduğu yerde bir manastır inşa edilmesi için bağışta bulunur. Manastır 477'de inşa edilir. Manastır bir kilise, avlu ve avlunun üç yanında bir zamanlar papazların yaşadığı odalardan meydana gelmiştir.

 St. Barnabas kilisesinde çoğunluğu 18. yy'dan kalma zengin bir ikon koleksiyonu bulunmaktadır. Manastırın avlusunda bulunan bazalt değirmen Enkomi yerleşim bölgesinden, diğer sütun ve taşlar ise Salamis'ten gelmiştir. Papazların yaşamlarını sürdürdüğü odalar ise restore edilerek bir Arkeoloji müzesi haline getirilmiştir. Bölgenin en geniş müzesinde, Kıbrıs'ın Neolitik Döneminden Roma Dönemine dek geniş bir çizgideki tarihsel sürece ait çeşitli eserleri görebilmek mümkündür.


SALAMİS

Araştırmalar, Salamis Harabeleri'nin geçmişinin İÖ 11. yüzyıla kadar uzandığını göstermiştir. Arkeologlara göre Enkomi İÖ 1075 yılındabüyük bir deprem geçirdikten sonra halkıyavaş yavaş buraya göçmüş ve Salamis'i kurmuştur. Kazılarda da bu ilk yerleşmeye ait mezar ve liman izlerine rastlanmıştır. Ege ve Akdeniz'de 'Karanlık Çağ' olarak bilinen dönem İÖ 8. yüzyılda bittiği zaman Salamis'in Fenikelilerle sıkı ticaret ilişkileri olan zengin bir kent olarak ortaya çıktığı göze çarpmaktadır.

Kent bu dönemde Suriye ve Anadolu'yla birlikte -İÖ 333 yılında Büyük İskender'in Issos'ta III. Darius'u yenmesine kadar – Akamenid Pers İmparatorluğu'nun egemenliğine girecektir. İskender'in İÖ 323 yılında ölümünden sonra Salamis, Kıbrıs'ın geri kalanıyla birlikte Mısır'da kurulan Ptoleme Krallığı'nın payına düşmüştür. Kentin bu dönemde İskenderiye, Antakya, Efes gibi bir Helenistik uygarlığın önemli merkezlerinden biri haline geldiği ve bu parlak dönemin Roma egemenliği süresince de devam ettiği görülmektedir. Günümüze kalan yıkıntıların çoğu da Roma dönemine aittir. İS 1. ve 4. yüzyılda kentin en büyük düşmanı depremler olmuştur. Depremlerden sonra Bizans İmparatoru Konstantius'un (337-361) kenti yeniden inşa ederek Konstantiya adını verdiği görülmektedir. Ancak limanının giderek dolması, doğal yıkımlar, ve bir süre sonra başlayan Arap korsanlarının akınları kentin sonunu belirleyecektir. 648 yılındaki bir korsan akınından sonra kentin son sakinlerinin Famagusta kentini oluşturacak olan Arsinoe'ye göç ettikleri görülmektedir.

Şehir Bronz Çağı sonlarında başlayan göçler sırasında, Anadolu'dan gelen kavimler ve bunlara Yunanistan'dan gelerek Kilikya'da katılan Akalar tarafından kurulmuştur . Truva kahramanlarından ve Salamis adası kralı Telamon'un oğlu Tefkros . şehrin kurucusu olarak bilinmektedir. M.Ö. 707 yılında gerçekleşen Asur hakimiyetinden sonra M.Ö. 560 yılında bastırılan sikkelerden, Salamis kralı Evelthon'un adanın idaresini ele geçirdiği anlaşılmaktadır. M.Ö. 499 yılında Atinalı Kimon'un Kıbrıs'taki Pers hakimiyetine son vermek için düzenlediği sefer başarısızlıkla son bulmuş ve Kimon'un ölümü üzerine Atinalılar, Kıbrıs'ı alma girişiminden vazgeçmişlerdir. Bundan sonra Fenikeli idareciler başa geçer, fakat ticaret ve diğer konularda gerileme başlar. M.Ö. 411 yılında Tefkros ailesinin üyelerinden Evagoras, Salamis krallığını ele geçirir. Tüm adayı hakimiyeti altına almak isteyince Salamis şehri Persler tarafından kuşatılır ve Evagoras Pers Krallığına vergi ödemek zorunda bırakılır. Bu durum İskender devrine dek sürer. İskender döneminde Salamis kralı olan Pyntagoras, İskender'e askeri yardımlarda bulunduğundan kendisine Tamusus şehri verilerek ödüllendirilir. İskender'in ölümü sonrasında Salamis sürekli el değiştirir. M.Ö. 294 yılında zor şartlar altında Kıbrıs'ı alan Ptoleme Krallığı idaresi sırasında ada huzura kavuşur ve bu tarihten itibaren Salamis baş şehir olma niteliğini kazanır. Kentin bu parlak dönemi Roma egemenliği süresince de devam eder. Günümüzdeki kalıntıların çoğu Roma dönemine aittir. Roma idaresi altında şehrin bir halk meclisi, bir senato ve ihtiyar meclisi bulunmaktadır. M.S. 76 ve 77 yıllarındaki depremler ve M.S.116 yılındaki Yahudi isyanları ile şehir epeyce tahrip olur. Daha sonra ada Antakya vilayetine bağlanır ve Salamis limanı, Suriye gemilerince ilk uğrak limanı olduğundan, şehirde bir ferahlama görülür. M.S. 232 ve 342 yıllarındaki depremler yazık ki şehre yine büyük zararlar verir. Bundan sonra Bizans İmparatoru Konstantinus şehri küçük bir planda inşa ettirerek, Konstantinus adını verir. Şehir Kıbrıs'ın baş şehri olarak Baf'ın yerini alır. Daha sonra şehir M.S. 647 yılındaki Arap akınları ve yer sarsıntıları nedeniyle terkedilerek, bugünkü Mağusa şehrini oluşturan bölgeye halk göç etmek durumunda kalır.


LALA MUSTAFA PAŞA CAMİİ

Lüzinyanlar döneminde, 1298 - 1312 yılları arasında inşa edilen yapı, tüm Akdeniz dünyasının en güzel Gotik yapılarındandır. Lüzinyan kralları, önce Lefkoşa'da St. Sophia Katedrali'nde Kıbrıs Kralı, sonra da Mağusa'da St. Nicholas Katedrali'nde Kudüs Kralı olarak taç giyerlerdi. 1571 yılında cami haline getirilene dek, bu törenler yapılagelmiştir. Katedralin en güzel ve en iyi korunmuş olan batı cephesinin mimarisi Fransa'daki Reims Katedralinden etkilenmiştir. Gotik tarzda işlemeli eşsiz bir penceresi bulunan katedralin 16'ıncı yüzyıl Venedik galerisi avluda yer almakta ve günümüzde şadırvan olarak kullanılmaktadır. Girişteki yuvarlak pencerelerin üzerinde bir Venedik arması görülmektedir. Bazı hayvan figürleriyle süslü kabartmanın Salamis'teki bir tapınaktan geldiği sanılmaktadır. Katedralin apsiti, çoğu Kıbrıs kiliselerinde olduğu gibi, Doğu üslubunda ve üç bölmelidir. Katedralin giriş bölümünde yer alan tarihi cümbez ağacı veya tropikal incir (Ficus Soycomorus veya Minimal Deciduos) yaklaşık 700 yıllık geçmişi ile Kıbrıs adasındaki en yaşlı canlı varlıktır. Ağacın katedralin inşaatına başladığı 1298 yılında dikildiği söylenmektedir. Gövdesi 2.70 metreden sonra 7 dala ayrılır. Yılda yedi kez meyve veren ağaç katedralin önüne büyüleyici bir gölge verir. Kökleri Doğu Afrika'ya ulaşan ağaç, güzel bir meyveye sahip olması, sıcak yerler için yarı kapalı gölge bir mekan oluşturma özelliği ve mobilya yapımı için değerli kerestesinin olması nedeniyle eski Mısır'lılar döneminden beri yörede önemliydi. Ağacın meyvelerine halk arasında Firavun meyvesi denmesi belki de buna bağlanabilir.


NAMIK KEMAL ZİNDANI

Namık Kemal Meydanı'nın batısındaki Venedik Sarayı'nın avlusunda yer alan, dikdörtgen planlı ve iki katlı bir yapıdır. Tek olan hücrenin kapısı Venedik Sarayı'nın avlusuna açılmaktadır. Üst kattaki dikdörtgen planlı odanın önünde bir sahın bulunmaktadır. Namık Kemal, "Vatan yahut Silistre" oyununun 5 Nisan 1873 tarihinde İstanbul Gedik Paşa tiyatrosunda oynanmasından sonra 9 Nisan 1873 tarihinde Kıbrıs'a sürülmüştü. Önceleri alt kattaki zindana kapatılan şair, bir süre sonra Kıbrıs Mutasarrıfı Veyis Paşa'nın izni ile üst kata çıkarıldı. 3 Haziran 1876 tarihinde de V. Murat tarafından affedilerek İstanbul'a geri döndü. "Namık Kemal zindanı ve Müzesi"nin restorasyon ve çevre düzenleme çalışmaları 1993 yılında Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Rölöve ve Restorasyon Şubesi tarafından gerçekleştirilerek ziyarete açıldı.


BELLAPAIS MANASTIRI

Mimari olarak gotik sanatını taşıyan manastıra ilk yerleşenler 1187 yılında Kudüs'ten göç eden Augustinian mezhebi rahiplerdir. Manastırın ilk binası 1198 ve 1205 yılları arasında yapılmıştır. Günümüzde ki yapının büyük bir kısmı ise lüzinyan Kralı III. Hugh tarafından 1267 ve 1284 yılları arasında inşa ettirilmiştir. Avlunun etrafını çevreleyen revaklar ve yemekhane alanı ise Kral IV. Hugh zamanında 1324 ve 1359 dönemleri arasında tamamlanmıştır. Kıbrısın Osmanlılar tarafından fethinden sonra manastır, Kıbrıs Ortodoks Kilisesi'ne verilmiştir . Mevcut kilise üzerinde küçük değişiklikler yapılarak sadece kilise bölümü, ortodoks kilisesi özelliklerini barındıran eklentilerle tamamlanarak; Rum Ortodokslar tarafından manastırın sadece kilise bölümü kullanılmıştır.


Manastırın günümüze kadar ulaşmış en sağlam yapısı kilisesidir. Yapının ön yüzünde dikkatleri çeken freskler 15. yüzyılın ortalarında yapılmıştır. Yemekhane kısmı gotik sanatının önemli özelliklerini içinde barındırır. Orta avlunun doğusunda yer alan ve rahiplerin kullandığı çalışma ve sohbet odaları ziyaretçilere etkili bir tarih yolculuğu sunmaktadır. Sohbet odalarının ortasında yer alan sütunun Bizans Kilise sine ait olduğu sanılmaktadır. Manastırın üst katında rahiplerin yatak odaları ve değerli eşyaların bulunduğu bir alan yer alır.

ğacın meyvelerine halk arasında Firavun meyvesi denmesi belki de buna bağlanabilir.



--
Prof.Dr. Mustafa Asım ŞAFAK,
Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi
Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı
KBB Anabilim Dalı Başkanı
NEMJ Baş Editör
Lefkoşa, KKTC 

Mobile Phone KKTC: 0 542 877 55 66 
                         TC: 0 532 361 18 90
www.masafak.com