Mustafa Asım Şafak kim?

Fotoğrafım
Antalya, 05323611890 masafak@gmail.com, Türkiye

AYAK TABANI

ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com/

Bir eczacının görüşüne göre
ayak tabanlarımızın yağı emen özel bir yapısı vardır. Bu nedenle eğer tabanınıza örneğin sarmısak sürerseniz yaklaşık 20 dakika sonra tadını ağzınızda alırsınız. Bunu bulan bilim adamları nedenini bilmiyor henüz ama bu etki bize bir tedavi olarak geri dönüyor.
Özellikle çocuklarda (ve tabi büyüklerde) gece uyutmayan şiddetli öksürük durumunda ayak tabanınıza güzelce Vicks merhem sürün ve kalın bir çorap giyin. Beş dakika içinde öksürüğün kendiliğinden geçtiğini göreceksiniz. Her zaman %100 çalışır ve çocuklara ağır öksürük ilaçları vermekten daha etkilidir.

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

TAVSİYELER

ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com/

Kamuya açık yerlerde ve tüm kamu kurumlarının tuvaletlerinde ekonomik olduğu için sıvı
sabunlar kullanılmakta. Elinizdeki açık yaralara temas ettiğinde %100 cilt kanseri riski
taşıdığını ve Ankara Onkoloji Hastanesi'ne yapılan başvurularda son 4 yılda 'Cilt Kanseri'
hastalarının sayısının %94 arttığını biliyor musunuz? Özellikle İsveç'ten alınan 'Sterisol'
isimli dezenfektan içerikli sıvı sabun bu riski en çok taşıyanlardan. 'Sterol' adıyla pazarlanan
bu sıvı dezenfektan sabuna dikkat edin. Umuma açık yerlerdeki sıvı sabunların hiçbir türünü
asla kullanmayınız.
Telefona SOL kulağınızla cevap verin.
Günde 2(iki) kere kahve içmeyin.
SOĞUK su ile hap almayın.
19 'dan sonra YEMEK yemeyin.
Tükettiğiniz YAĞLI gıdaların miktarını azaltın.
Sabahları daha çok, akşamları ise daha az SU için.
Cep telefonu BATARYA'ları ile mesafenizi uzak tutun.
UZUN süre kulaklık takmayın.
Gece 10 sabah 06, en ideal uyuma saatleridir
Uyku öncesi İLAÇ aldıktan sonra hemen uzanmayın.
Şarjınız SON çizgiye indiğinde,yani çok çok az bir şarz seviyesinde iken telefona cevap vermeyin, zira yaydığı radyasyon 1000 kat fazladır.

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

AİT OLMAK - ÖZGÜR OLMAK

AİT OLMAK

 

Ait olmak insanoğlunun en büyük ihtiyaçlarından bir tanesi.

 

İnsan sürekli ait olma çabası içinde. Okuluna, ailesine, işyerine, arkadaşlarına, takımına, milletine, karısına, kocasına, kardeşlerine ait olmak istiyor.

 

Ama ait olmanın bedeli de ağır.  Çünkü her ilişki bir beklenti yüklüyor. O beklentileri karşılamak da dünyanın en zor şeyi. Aslında sırtımızda çok ağır bir çanta ile geziyoruz. Kemiklerimize kadar islemiş kancalarla. 

 

Davranışlarımızı belirleyen çoğu zaman özgür irademiz değil, diğer insanların beklentileri (kancaları) oluyor.

 

Bildiğiniz insanları tek tek yazıp, onların sizden beklentilerini yazsanız, davranışlarınızın ne kadar diğer insanlar tarafından belirlendiğini kestirebilirsiniz. Ait olmak adına bu bedeli ödüyoruz.

 

Bu işlemi yapan kişileri duydum. 3 yılı alıyormuş.

 

ÖZGÜR OLMAK

 

Özgür olmak da insanoğlunun en önemli ihtiyaçlarından bir tanesi.

 

Ait olmanın yükünü azaltmak için insan özgür olmayı seçiyor. Beklentilere göre değil, özgür iradesi ile karar vermek istiyor. Kendi hayatını yaşamak istiyor.

 

Diğer insanları değil, kendisini mutlu eden şeyleri yapmak istiyor.

 

Tabii bu durumda da ait olma şansı azalıyor. Yalnızlığı artıyor.

 

Kısacası, ait olmak ile özgür olmak sürekli çatışma içinde.

 

Ait olmak,  özgürlüğü kısıtlıyor. Özgür olmak, ait olmayı.

 

İNTERNET 

 

Türk kültüründe ait olmak çoğu zaman ağır basıyor. Bu da belirli alanlarda sorun yaratıyor.

 

Amerikan kültüründe ise özgür olmak ağır basıyor. Bu da belirli alanlarda yalnız ve mutsuz insan yaratıyor.

 

Tahminim odur ki internetle birlikte insanlar aynı anda hem özgür hem de ait olmanın yolunu keşfetmişe benziyor.

 

Komşusu ile iletişime geçmiyor ama 20000 km'de bir Afrikalı ile iletişimde oluyor. Çünkü hem ait olmanın hem de internet ortamının sunduğu özgürlüğün tadını çıkartıyor.

 

EVLİLİK VE İLİŞKİLER

 

Ait olma ile özgür olma arasında dengeyi bulan çiftler mutlu oluyor. Bulamayanlar ya başkasının hayatını yaşıyor ya da yalnızlığı.

 

Halil Cibran ne diyor?

 

Hep yan yana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın/ Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır.

 

Yani hem ait olun hem de özgür.

 

Tabii ki bu da zor.

 

Ait olma ile özgür olma arasındaki savaşta herkese başarılar.

 

Dengeniz yoksa, bugün savaşın başladığı gün olsun.

 
YAZAN: Özgür Bolat

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com

FIKRA

ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com/

Adamın biri yeni ulaştığı otele kaydını yaptırır. Odasına girdiğinde masada bir bilgisayar görür ve karısına e-mail atmaya karar verir. Fakat yazdığı mesajı farkında olmadan yanlış bir adrese gönderir....
Mail farklı bir yerde farklı bir bayana gider. tam bu sırada kadın, kocasının cenaze töreninden evine yeni dönmüştür ve bilgisayarındaki maili görür, arkadaşlarından geldiğini düşündüğü maili okuyunca olduğu yere yığılıp kalır. Odaya giren annesi, yerde yatan kızını ve ekrandaki mesajı görür.
 
Kime : Sevgili karıma
Konu : Yeni ulaştım.
Tarih : 12 Aralık 2009
  Benden haber aldığına şaşıracağından eminim. Burada bilgisayar var ve sevdiklerimize e-mail gönderebiliyoruz. Buraya yeni ulaştım ve kaydımı yaptırdım.seninde kayıtların hazır. Her şey yarın senin buraya geleceğini düşünülerek hazırlanmış. Seninle buluşmayı dört gözle bekliyorum. Umarım benim gibi sorunsuz bir yolculuk geçirirsin.
Not : Burası çok sıcak.

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

İNGİLİZ DİPLOMASİSİ

ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com/

Em. Hava Albay Kemal İntepe. İngiliz diplomasisi. Silahlı Kuvvetler Dergisi 1984;103(291):sayfa?
9 MAYIS 1919, Samsun

1941 yılında İngiltere'ye uçuş eğitimi için gönderilmiştik. Londra'ya vardığımızda, grubumuzun İngiliz makamları ile irtibatnı sağlamak üzere yaşlı bir İngiliz hava binbaşısını irtibat subayı olarak atamışlardı. Adı Mr. Salter olan bu subay Türkçeyi bizlerden daha iyi konuşuyordu. Mr. Salter'i birkaç defa eşi ile birl ikte ikindi çayına davet ettim. O da beni akşam yemeklerine evine çağırıyordu.
Bir akşam bana şunları anlattı:
1919 yılında Piyade Binbaşı Salter olarak Samsun'daki İngiliz işgal Tabur komutanı idim. 18 Mayıs1919 günü İstanbul'daki İngiliz işgal kuvvetleri komutanlığından şifreli bir telsiz telgrafı aldım. Bu telgraf; "16 Mayıs 1919 günü , Mustafa Kemal adında bir Türk generalinin, Bandırma Vapuru ile İstanbul'dan görevli olarak ayrıldığını ve fakat vapurdan gönderdiği telgrafta istifa ettiğini, eğer Samsun'a inecek olursa tutuk lanarak İstanbul'a gönderilmesini" istemekte idi. Kumandanlığımın bu emrini en iyi şekilde yerine getirebilmem için ilk iş olarak tabur subaylarımı toplayarak kendilerine telsiz emrini okudum ve gerekli emirleri verdim. Şehirdeki durumu görmek için Samsun'a indim. Şehir her zamankinden daha kalabalıktı.
Bu kalabalık pazar kalabalığından farklı bir görünümde idi. Siyah çizmeli, kilot pantolonlu ve siyah kalpaklı, sert bakışlı kimselerin çokluğu dikkat nazarımı çekti. Sonradan, bunların Türk subayları olduğunu öğrendim. Durum çok nazikti. Dört gün önce Yunanlılar İzmir'i işgal etmişler Türkler buna çok sert bir tepki göstermişlerdi. Rum tercümanım çok korkuyor. Bütün gece hiç uyumadan yatağımda döndüm durdum.
19 Mayıs günü sabah erkenden iskeleye gittim. Sabah namazından çıkan herkes sahile inmişti. Kurtarıcılarını bekliyorlardı. Bir olay çıkmaması için taburumla bütün iskele ve civarını kordon altına aldım.
Denizde, batı tarafında bir duman göründü. Sahildeki kalabalığın heyecanı son haddini buldu. Bir de gördüm ki her askerimin arkasında siyah çizmeli kara kalpaklı bir Türk subayı duruyor. Hepsinin silahlı olduğu muhakkak.
Vapur iyice göründü. Bazı il ve belediye görevlileri sandallarla vapurun demirleyeceği yere doğru gitmeye başladılar.
Görevimi, iskele üzerinde yapamayacağımı düşünerek ben de motoruma atlayıp vapura doğru hareket ettim.  Vapura ilk varan benim motorum oldu. Beraberimde getirdiğim iki erimi motorda bırakarak tercümanımla birlikte vapurun iskelesine tırmandım. İskelede beni selamlayan iki tayfaya; "Vapurdaki generali görmek istediğimi" söyledim. Bir tanesi önümüze düşerek bizi salonun kapısına kadar götürdü. Kapıdaki görevli, durumu içeriye bildirdi ve geriye dönüp bizi içeriye aldı. Herkes ayakta idi. Ortadaki mavi gözlü, sert bakışlı kişi ile göz göze gelince ne söyleyeceğimi şaşırdım. Sert bir asker selamı verirken ağzımdan şu sözler döküldü: "Taburum emrinizdedir."
Bunu nasıl söylemiştim? Daha önce hiç böyle bir şeyi aklımdan dahi geçirmemiştim. Tercümanım bir an durakladı. Kendisine dönüp bakınca hemen toparlandı ve Türkçe olarak generale iletti. Mustafa Kemal Paşa'nın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Teşekkür etti ve beni de yanına alarak dışarıya çıktık. Öteki sandallar da vapurun etrafına varmışlardı. Gemiye çıkmış olan birkaç kişiyle tokalaştıktan sonra vapurdan benim motorumla ayrıldık. İskeleye vardığımızda muavinim koşarak yanıma geldi. Kendisine; Taburu safta toplamasını, silah çattırmasını ve Türk makamlarına teslim olmalarını söyledim. Biraz durakladıktan sonra emir tekrarı yaparak selam verip ayrıldı ve emrimi aynen yerine getirdi. Taburu o siyah çizmeli, kara kalpaklı kişiler teslim almıştı. Yanılmamıştım. Onlar hakkında edinmiş olduğum bilgiler doğru çıkmıştı.
Mustafa Kemal Paşa; benim yanıma, o siyah çizmeli kara kalpaklı kişilerden birini vererek kendi makam otomobilimle –tabi kendi şöförümle birlikte- misafir edileceğimi söyledikleri Ankara'ya gönderdiler. Taburumun erleri de; Çorum, Çankırı ve Kastamonu'da kurulan esir kamplarına yerleştirilmişler.
Kurtuluş savaşının sonuna kadar Ankara'da, Ogüstüs Mabedi'nin yanındaki Hacıbayram Camii'nin önündeki cadde üzerinde bulunan iki katlı ahşap bir evde kaldım. Hizmetimi göreceğini söyledikleri, fakat aslında gardiyanım olan ve sıksa suyumu çıkaracak kuvvetteki bir kadınla dört seneye yakın bir süre bu evde oturdum.
Savaşın sonunda imzalanan anlaşma gereğince ben ve taburum, Malta'daki Türk esirlerle değiştirildik. İngiltere'ye döner dönmez tutuklandım ve divanı harbe verildim. Ben askeri hapishanede tutuklu iken ziyaretime gelen ailem ve ebeveynim, savunmamı yapabilmem için bana birçok gazete ve kitap getirmişlerdi. Onlardan yararlanarak, kısa, fakat öz bir savunma hazırladım. Bana isnad edilen suç taburumu hiç direnmeden teslim edişim idi. Yüksek Askeri Mahkeme'nin önüne çıktığımda savunmamı büyük bir soğukkanlılıkla okudum ve şu cümlelerle bitirdim :
Sayın hakimler Başbakanımız Lıoyd George'e Avam Kamarası'nda şöyle bir soru sorulmuştur: Yunanlıları silahlandırarak 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıkardık ve o tarihten bu yana milyarları bulan (sterling) masraflar yaptık. Sonuç ne oldu? Yunanlılar İzmir'de denize döküldüler ve Anadolu'daki bütün Rumlar atıldılar veya muhacerete zorlandılar. Bizim kazancımız nedir?"
Bu soruya karşılık Başbakan Lıoyd George şunu söylemiştir: 'Yüzyıllar bir veya iki dahi yetiştirir. XX. Yüzyılın dahisinin Türkiye'den çıkacağını ben nereden bilebilirdim?'
Görüyorsunuz sayın hakimler, karşınızdaki bu subay, Başbakanımızın bahsettiği, XX.Yüzyılın dahisi ile hiç beklemediği bir anda karşı karşıya ve göz göze gelmişti. Ne yapabilirdi? Eğer ben başka türlü hareket edecek olsa idim, bugün benimle beraber bütün taburumun mezarlarını ziyarete gidecektiniz. Fakat şimdi, eceli ile ölmüş olan üç erimizin dışında hepimiz sağ salim yurdumuza dönmüş, ailelerimize kavuşmuş durumdayız. Karar yüksek adaletinizindir."
Beraat ettim ve terhise tabi oldum. Sivil hayatta bir tütün şirketinde iş buldum. Şirketim "Abdullah Cigarette" adındaki Türk tütünü ve Virginia karşımı sigarayı çıkartıyordu. Ben Türkçeyi çok iyi konuştuğum için beni bir kursa tabi tutarak tütün eksperi yaptılar ve Türkiye'ye gönderdiler. İlk iş olarak Mustafa Kemal Paşa'yı ziyaret ettim. Beni kabul buyurdular ve ilgililere, Türkiye'deki ikametim hususunda yardımcı olmalarını ve kolaylık göstermelerini emir buyurdular. Ailemle birlikte ikinci Dünya Savaşı'na kadar, tütün üreten köylerde, Türk köylüsü ile birlikte yaşadım. Ben ve ailem Türk köylüsünü o kadar çok sevdik ve o kadar çok benimsedik ki eğer hükümetimiz tarafından resmen İngiltere'ye çağrılmasaydık Türkiye'de kalmayı tercih ederdik.
İngiltere'ye döndüğümüzde beni hava bakanlığından çağırdılar ve yeni görevimi bildirdiler. Çok sevindim ve müjdeyi aileme büyük bir zevkle bildirdim.  Beni terhis olduğum rütbe ile Kraliyet Ha va Kuvvetleri (RAF)'ne almışlardı. Görevim istihbarat Başkanlığında idi. Türkiye ile İngiltere arasında 1939'da yapılan bir anlaşmaya göre İngiltere'ye uçuş eğitimine gönderilecek olan subayların RAF ile irtibatını sağlayacaktım yani yine Türklerle birlikte olacaktım….
Mr. Salter ile iki yıldan fazla bir süre birlikte bulunduk. Bu süre içerisinde bizleri daima savundu ve kendisini daima bizden saydı.

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

ATATÜRK, İçimizden biri.

Prof. Dr. Ilknur Gunturk'un Kalipci' nin internette yayinlanan video klibi; ATATÜRK, içimizden biri.
LÜTFEN İZLEYİN

http://www.devadim.com/pagelist/videodetay.php?id=240

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

Malatyalı İmam Şeker Hoca

Celal Tilgen, Malatya'daki şeker Camii'nin imamı şeker Hoca. Ama bu lakabı sadece camiye borçlu değil.
Vaazlarını laptopla veriyor.  vaaz arası reklam alıyor.
Vaazını 'Malatyaspor Galatasaray'ı yensin, amin' diye bitiren ama kimseden tepki almayan bir din adamı
Şeker Hoca bir alem hoca : 'Peygamberimiz yaşasaydı cipe binerdi,zaten devenin de iyisine binmiş!' diyor.

Teravih namazında eli boş gelen kadınlara: Televizyon programlarına börek çörek yapıp gidersiniz, buraya eliniz boş geliyorsunuz! ' diye takılıyor.

Şeker hoca Basın Yayın Halkla İlişkiler mezunu.

Yaşını sorduğumuzda '52 modelim!' diyor.

İşte sorular ve cevaplar:
Cemaatiniz camiden taşıyormuş. Nedir bunun esbab-ı mucibesi? 'Zebanilerden, cehennemde kaynayan kazanlardan, cehennem ateşinde yananlardan bahsetmem. Cami korkutma yeri değil, sevdirme yeridir.Adam camiye zaten dert, ızdırap içinde geliyor. Bir de cehennemden mi bahsedeceğiz? '

Camide promosyon uygulamanız varmış? 'Gelenleri caminin monoton havasından kurtarmak lazım. Camiye gelen çocuklara camiyi sevdirmek gerekir. Onlara sorular soruyorum,bilseler de bilmeseler de şehirler arası bilet, çeyrek, cumhuriyet altını veriyorum.'
Camilerde niye devamlı ayakkabılar çalınır? ' Bizde ayakkabılar kaskoludur. Ayakkabısı çalınana ayakkabı alıyorum.'

Hep böyle grand tuvalet mi giyersiniz? 'İslam dini cübbe, sarık, takke ve tesbihten ibaret değildir. Peygamberimiz sıcak iklimde yaşadığı için entari giymişti. Kutuplarda yaşasa öyle mi giyecekti?'

Hurafeler ve batıl inançlara niçin bu kadar itibar ediliyor? 'Şiddetle karşıyım. Gidiyorlar türbelere, çaputlar bağlıyorlar, ' Al sana göbek, ver bana bebek!' bunlarla uğraşıyorlar. Malatya'da Keşaf Baba Türbesi var. Bir baktım kadınlar türbenin etrafında neredeyse içki kokteyli yapıyorlar. Yakını içki içen eline viski, şarap, rakı ne varsa mezara getirmiş. Şimdi bu adam kalksa bunları kovalasa haklı değil mi? Bunlar dini, takvim yapraklarında, cami diplerinde öğrendikleri için oluyor.'

Cuma Namazının farzını kıldırıp cemaati gönderdiğiniz oluyormuş, niye? 'Bu memleketin 330 milyar dolar borcu var. Namazın farzını
> > kıldırdıktan sonra; 'Haydi şimdi gidin çalışın, memleket düzlüğe çıksın!' diyorum.'

Şeker Hoca devam ediyor: 'Şeker Camii'ne yalınayak gelinmesini yasakladım. Ayağında mantar, egzama, başka bir hastalık olabilir. İnsanlar o ayakla basılan yere secde ediyorlar. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı'na cemaate galoş giydirelim dedim. Henüz alamadım ama 1000 tane alıp koyacağım camiye.'

'Bir gün sabah namazı için camiye gelmiştim. Üstünde hırka olan birini gördüm ama çok karanlıktı, tanıyamadım.'Kimisini z?' dedim, 'Turgut Özal'ım' dedi. O sırada Başbakandı. Korumalarını atlatıp gelmiş. Annesi Hafize Hanım'la tanıştırıp aile imamları olmamı, dini konularda onları yönlendirmemi ve yılda 5 kere hatim indirmemi istedi. 'Babam için 5 kere hatim indirmiyorum, ancak bir kere yapabilirim! ' dedim. ' Peki öldükten sonra mezarıma 5 yıl boyunca gelip dua okurmusun?' dedi.
'Ya Amerika'da, Arabistan'da ölürseniz, nasıl geleyim?' dedim, onu da kabul etmedim. Ama 4 yıl boyunca Özal ailesinin aile imamlığını yaptım.

'Bir zaman cami yeni yapıldığı zamanlarda 4 avize gerekiyordu. Halde çalışan birine; 'Sen camiye avizeleri getir, ben senin reklamını yapayım!'dedim. Cami doluyken cemaate; 'Namazın farzı kaç diye sorsam aranızda bilen olur, bilmeyen olur.  Haydi ondan da vazgeçtim, abdestin farzını sorsam onu da bilen olur, bilmeyen olur.. Ama kaliteli, ucuz sebze ve meyvenin hal binası No:47 Şahin Topaloğlu'nda satıldığını bilip oraya gidersiniz!' dedim. 15 gün sonra avizeleri getirdi. 'Hocam, gelen giden benim dükkanı soruyor, caminin başka ihtiyacı var mı?' diye sordu.'

'Bir ara dünya kupası maçı vardı. Birkaç rütbeli kişi teravih namazını da, maçı da kaçırmak istemiyordu. 'Hocam ne yapacağız?' diye sordular. 'Teravihe gelin, hızlı kıldırıp sizi maça yetiştiririm! ' dedim. Birkaç rekatı hızlı hızlı kıldırdım. Sonra biraz rolantiye almışım. Maça geciktiler. "Hocam ne yaptın? İyi gidiyordun,sonra birden yavaşladın?' dediler. 'Yahu radara yakalandık! Görmediniz mi, cemaatin arasında Malatya Müftüsü vardı?' dedim.


Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

DOKTOR

ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com/

Kız verirken...
Kocaya varırken...
Otomobil alırken...
"Doktor civanım."
Muayene ücretine gelince...
"Hepsi şerefsiz!"
(Harala gürele yüzünden yazmaya fırsat bulamadık, şu tam gün yasasını... Hazır, yeni bir darbe planı çıkmadan, fırsat bu fırsat, aradan çıkarıvereyim bari.)
Deniyor ki:
"Başbakan kadar maaş alacaklar."
Safra kesesi ameliyatı yapabilir mi başbakan? Böbrek nakli? Pansuman bile yapamaz... Ama, çok sıradan bademcik ameliyatını yapabilen bir hekim, gayet güzel başbakanlık yapabilir.
Refik Saydam mesela, hekimdi...
O halde, hekimlerin maaşını siyasilerin maaşıyla niye kıyaslayalım ki?
Komada geliyorsun, bacağını kesiyor, damar çıkarıp, kalbine bağlıyor, gebermekten kurtuluyorsun. Sonra da "Çok para aldı" diyorsun. Kaç para ki senin hayat? O kadar etmez mi?
Gece yarısı ateşi 40'a vuran evladını Azrail'in elinden almanın, hızara kaptırdığın parmağını yerine dikmenin, görmeyen gözünü gördürmenin, kanserini erken yakalamanın fiyatı nedir?
12 sene üniversite okuyor. Boru değil. 18 yaşında girdi, geldi 30'una, hâlâ kafa patlatıyor. İki kapılı handa, yolun yarısı eder... Lütfedip, müsaade edelim de,
biraz para kazansın bu ülkede.
Karaktersiz hekim yok mu? Var elbette... Ne kadar karaktersiz gazeteci, ne kadar karaktersiz avukat, ne kadar karaktersiz esnaf varsa, o kadar karaktersiz hekim var... Ama, Rabbim herkese"Cleveland" demiyor... Parası olmayana bakan vicdanlı hekim de var bu ülkede. Tahmininizden çok.
Üstelik, silah zoruyla ameliyata alınan hastayı hiç duymadım ben... Yeşil kartlı bile olsan, seçme şansın var. Paragöze gitme, öbürüne git. Diyeceksiniz ki, "Kuyruk oluyor, yeterli hastane yok..." Müteahhit midir hekim?
Peki nedir? Aslanı kediye, eğitimliyi cahile kırdırma projesidir bu...
Hakkını alamayanlar kendisinden hesap sormasın diye, "Bak şunlar senden fazla alıyor" diye hedef göstermektir. "Sen az kazandığına itiraz etme, onunkini de indirelim" demektir. Refahı paylaştıracağına, yoksulluğu paylaşmayı doğruymuş gibi göstermektir. Kendi suçunu örtbas etmek için, suçlu yaratma projesidir... Hekimlerin durup dururken başına gelen budur.
Yılmaz ÖZDİL
 yozdil@hurriyet.com.tr
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/