Mustafa Asım Şafak kim?

Fotoğrafım
Antalya, 05323611890 masafak@gmail.com, Türkiye

DEPREM ANINDA NE YAPMALI

DOUG COPP'UN ÖNERİLERİ
1) 'Binalar çökerken basitçe 'çömelen ve korunan' kişiler istisnasız her defasında ezilerek ölüyorlar. Masa, araba gibi nesnelerin altına giren kişiler her zaman ezilirler.
2) Kediler, köpekler ve bebekler'in hepsi doğal bir şekilde dizlerini ana rahmindeki gibi karınlarına doğru çekerek kıvrılırlar. Deprem anında sizde bu şekilde kıvrılmalısınız. Bu doğal bir güvenlik ve hayatta kalma içgüdüsüdür. Daha küçük bir boşlukta hayatta kalabilirsiniz. Hafifçe ezilecek ama yanında boşluk yaratacak bir kanepe, geniş büyük bir eşyanın yanında durun.
3) Ahşap evler deprem anındaki en güvenli yapılardır. Sebebi basittir; ahşap esnektir ve depremin zorlamasıyla hareket eder. Eğer ahşap bina çökerse geniş yaşam boşlukları oluşur. Ayrıca, ahşap binalar daha az yoğunlukta yıkılış ağırlığına sahiptir. Tuğla binalar ayrı tuğla parçalarına ayrılacaklardı r. Tuğlalar bir çok yaralanmalara sebep olacaktır, ama (beton) bloklardan daha az ezilmiş vücutlar yaratırlar.
4) Eğer gece yataktayken deprem olursa, basitçe yuvarlanarak yataktan düşün. Yatağın çevresinde güvenli bir boşluk oluşacaktır. Oteller müşterilerine deprem anında yatakların yanında yere uzanmalarını salık veren bir uyarı notunu odalarda her kapının arkasına asarlarsa depremlerde çok büyük hayatta kalma oranlarını sağlayabilirler.
5) Televizyon izlerken deprem olursa ve kolayca kapıdan veya pencereden dışarı kaçmak mümkün değilse, kanepe veya büyük bir koltuğun/sandalyenin yanında cenin pozisyonunda kıvrılarak yere uzanın..
6) Bina çökerken Kapı kirişlerinin altına geçen herkes ölür...Nasıl mı? Eğer kapı kirişlerinin altına geçerseniz ve kapı kirişi öne veya arkaya doğru düşürse inen tavanın altında ezilirsiniz. Eğer kapı kirişi yana doğru yıkılırsa ikiye bölünürsünüz. Her iki durumda da ölürsünüz!
7) Hiçbir zaman merdivenlere gitmeyin/yönelmeyin. Merdivenler (ana binadan) farklı bir 'frekans aralığına' sahiptir; ana binadan bağımsız/ayrı olarak sarsılırlar. Merdivenler ve binanın geri kalanı devamlı olarak birbirlerine çarparlar, ta ki merdivenlerin yıkılışı
gerçekleşene kadar. Merdivenlere ulaşan insanlar basamaklar yüzünden yaralanırlar. Korkunç şekilde sakatlanırlar. Bina yıkılmasa dahi, merdivenlerden uzak durun. Merdivenler binanın hasar görmesi en muhtemel kısmıdır. Depremde yıkılmamış olsa dahi, merdivenler bağırarak kaçmaya çalışan insanların aşırı yüklenmesi ile çökebilir. Merdivenler binanın geri kalan kısmı zarar görmemiş olsa dahi her zaman güvenlik açısından kontrolden geçirilmelidir.
8) Binanın dış duvarlarına yakın yerlerde durun, mümkünse dışına çıkın. Binanın iç kısımlarındansa dış kısımlarına yakın yerlerde olmak çok daha iyidir. Binanın dış çevresinden ne kadar içeride olursanız, çıkış yolunuzun kapanma ihtimali o kadar artacaktır.
9) Aynen Nimitz yolundaki katlar arasındaki (yıkılan) blokların meydana getirdiği gibi, deprem anında üst yolun yıkılmasıyla ezilen araçların içinde bulunan insanlar ezilirler. San Francisco depreminin kurbanlarının hepsi araçlarının içindeydiler. Hepsi öldü.
Araçlarının dışına çıkıp,aracın yanına uzanıp veya oturarak kolaylıkla hayatta kalabilirlerdi. Ölen herkes eğer araçlarından çıkıp, araçlarının yanına oturabilseler veya uzanabilselerdi yaşıyor olabilirdi. Ezilen bütün araçların yanında-kolonları n direkt olarak üzerine düştüğü araçlar hariç- 3 feet yükseklikte boşluklar oluşmuştu.
10) Enkaz halindeki gazete ofislerini ve çok miktarda kağıdın olduğu ofisleri dolaşırken kağıdın sıkışmadığını /ezilmediğini keşfettim. Kağıt yığınlarının/kümelerinin etrafında geniş boşluklar bulunur/oluşur. 


--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

TELEFONLA NELER YAPILABİLİYOR

ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com/

1. ULUSLARARASI ACİL NUMARA:
112Eğer telefonunuz kapsama alanı dışıdaysa ve Acil bir durum var ise, 112'yi çevirin. Varolan herhangi bir network
Bulunup, yardım isteyebilirsiniz. Daha enteresanı, tuş takımınız kilitli Olsa dahi, 112 çevrilebilir.
2. EĞER UZAKTAN KUMANDALI ARAÇ ANAHTARINIZI ARACINIZDA KİLİTLİ UNUTURSANIZ :
Aracinizin yedek anahtari baska birinde varsa, aradaki mesafe NE olursa olsun, o kisiyi cep telefonunuzla arayin. Aracinizin kapisina 25-30 cm uzakta cep telefonunuzu tutun, karsi taraf DA yedek anahtarin acma Dugmesine(cep telefonuna yakin bir mesafede t ut arak) basin. Kapiniz Acilacaktir ve Bagaj icin de gecerlidir.
3. GİZLİ PİL GÜCÜ :
Eger cep telefonunuzun pil seviyesi çok düsükse ve acil bir Telefon bekliyorsaniz; Nokialar, rezerve pile sahiptir. *3370# tuslarına  Basarak, telefonunuzu, rezerv pille çalisir hale getirebilirsiniz. Cihaziniz pil seviyesinde %50 artis gösterecek ve telefonunuzu sarj Ettiginizde, rezerv piliniz de tekrar dolacaktır.
4. 444 0 911
Turkiye'deki tum hastaneler ayni numarada birlesti.Acil Durumlarda 444 0 911 numarali telefon hattini arayan vatandaslar, en yakin Hastaneye en hizli sekilde ulasabilecek, ilgili hastaneden ambulans aninda Yola cikacak.Cep telefonundan aranma durumunda ise oturulan sehrin Alan Kodu ile birlikte 444 0 911 numaralı hat aranacak. Ornegin cep telefonundan (0312) 444 0 911 numarayi arayan vatandas, Istanbul'da, kendisinin Bulundugu noktaya en yakin hastaneye en hizli sekilde ulasabilecek. Sabit Telefonla aramada ise herhangi bir kod cevirmeden direkt 444 0 911 Aranacak. Bu telefon arandiginda kisiye en yakın hastaneden ambulans olay Yerine gönderilecek.

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com

SUNAY AKIN'DAN BiR KIZ KULESİ OYKUSU

ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com

1827 yılında Almanya'nın Brandenburg kentinde Karl adında bir çocuk
dünyaya gelir. Babası müzik öğretmeni olan Karl, aile içinde baş gösteren
huzursuzluklardan dolayı bir Fransız yetimhanesine gönderilir. Daha sonra
gemilerde mico olarak çalışır. Hamburg'tan kalkan bir gemiyle İstanbul'a
giderken henüz 12 yaşındadır.
Gemi İstanbul'a geldiğinde denize atlayan Karl, Kız Kulesi'ne yüzerek
kaçar. Kendisini kurtaran Kız Kulesi'nin bekçisine gemiye geri dönmek
istemediğini söyler. İki ülke arasında küçük bir politik sorun yaşanır. Ama
Osmanlı sadrazamı Ali Paşa sorunu çözer ve Karl'ı korumasına alır. Karl
Mehmet Ali adını alır. Mehmet Ali, Kırım, Bosna ve Karadağ savaşlarından
sonra 2. Abdülhamit döneminde paşa ünvanını alır.
Mehmet Ali Paşa, 1878 yılında imzalanan Berlin Antlaşması'nda Osmanlı'yı
temsil eden üç kisiden biri olur. Almanca, Fransızca, Yunanca, Farsça ve
Arapça dillerinde şiirler yazan Mehmet Ali Paşa'nın dört kızı olur ..
Paşa'nın Leyla adındaki kızının da bir kızı olur; Celile.
Celile bir erkek çocuk doğurur: Şair Nâzım Hikmet! Görüldüğü gibi Karl'dan
Nazım'a uzanan Hikayenin gösterdiği gibi, Kız Kulesi'nin her zaman
hikâyeleri vardır. Eğer Kız Kulesi Karl'ı kurtarmasaydı, Nazım olmayacaktı.
Sunay AKIN

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

ANITKABİR ÖZEL DEFTERİ

Anıtkabir özel defteri, elektronik ortamda tüm vatandaşlara açılmış. Bağlantı aşağıda, kayıt yaptırıp deftere yazı da azabiliyorsunuz.
 Ayrıca ANITKABİR 'i üç boyutlu olarak gezebilirsiniz...
http://www.anitkabirozeldefteri.com/ 
--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com/

FARK ETMELİ İNSAN

Farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen...
Bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını fark etmeli.
Anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli.
Şu çok geniş görünen dünyanın, ahrete nispetle anne karnı gibi olduğunu fark etmeli.
Henüz bebekken 'Dünya benim!' dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu, ölürken de aynı avuçların 'her şeyi bırakıp gidiyorum işte!' dercesine apaçık kaldığını fark etmeli.
Ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.
Baskın yeteneğini fark etmeli sonra.
Azraillin her an sürpriz yapabileceğini nasıl yaşarsa öyle öleceğini fark etmeli insan
Hayvanların yolda, kaldırımda, çöplükte ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.
Yaratılmışların en güzeli olduğunu fark etmeli ve ona göre yaşamalı.
Gülün hemen dibindeki dikeni dikenin hemen yanı başındaki gülü fark etmeli.
Evinde kedi, köpek beslediği halde çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını fark etmeli.
Eşine 'seni çok seviyorum!' demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü fark etmeli.
Dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.
Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini fark etmeli.
Annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını ve aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini fark etmeli, fark etmeliyiz çok geç olmadan.
Ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti yarın meçhuldür...
O halde ömür dediğin bir gündür, o da bugündür.
CAN YÜCEL

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

MEVLANA'dan

Dünyanın lütfu ve yaltaklığı güzel bir lokmadır. Onu daha az ye, çünkü ateş dolu bir lokmadır.
Ateşi gizli ve zevki aşikâr, dumanı işin sonunda açığa çıkar.
Sen, "O övgüyü ben nasıl yutarım? O tamahından söylüyor, ben anlıyorum" deme.
Seni öven, toplulukta hicvetse, yüreğin o yanıklarla günlerce yanar.
Her ne kadar, onu ümitsizlikten, senden umduğunu kaybetmesinden söylediğini bilsen de,
O yerginin etkisi senin içinde kalır.
Övgüde senin bu durumunun benzeri vardır.
O övgünün tesiri de günlerce kalır, canın gurur ve aldanma kaynağı olur.
Ancak görünmez, çünkü övgü tatlıdır. Yergi kötü görünür, çünkü ayıplanma acı olur.

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0542 877 55 66
http://masafak.tripod.com/

7 ÖLÜMCÜL GÜNAH

Hindistan'da Mahatma Gandi'nin mezarını  ziyaret eden Erdoğan'a ,  Ülkesinin bağımsızlığı için ömrünü veren  bu büyük insanın yazdığı 7 ölümcül sosyal günah listesini armağan ettiler..
Gandi'nin 7 ölümcül günah listesi şöyle:
* İlkesiz siyaset *(Politics without Principal)

* Emeksiz zenginlik *(Wealth without Work)

* Vicdansız haz *(Pleasure without Conscience)

* Niteliksiz bilgi *(Knowledge without Character)

* Ahlaksız ticaret *(Commerce without Morality)

* İnsaniyetsiz bilim *(Science without Humanity)

* Özverisiz ibadet *(Worship without Sacrifice)

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

TIP FAKÜLTESİNDE "DKKAT" DERSİ

Tıp fakültesinde ilk kez kadavra başına toplanan öğrenciler,bayağı bir merak ve ilgiyle kadavrayı incelemektedirler.
Profesör dersine başlar; 'Tıpta iki şey doktorlar için çok önemlidir, ilki insan vucudu ile ilgili hiç bir şey sizin için iğrenç olmamalıdır. Örneğin,'der ve parmagini cesedin kıçına sokar ve çıkartıp kendi agzına götürür.
Hadi bakalım şimdi sizlerde aynı şeyi yapınız !'
Ögrenciler şok içinde, hepsi duraksarlar ama bakarlar ki profesör çok ciddi, istemeye istemeye hepsi sırayla kadavranın kıçını parmaklayıp sonrada emerler. Öğrencilerin hepsi bu işin tadına bakıp berbat bir hale gelmişken, profesör konuşmasını sürdürür;
'Bir tıp doktoru icin ikinci en onemli nokta gözlemdir' der ve devam eder;
'Ben kadavranın kıçına orta parmagımı soktum ama kendi agzıma işaret parmağımı götürdüm..
Şimdi bir doktor icin, dikkat etmenin ne kadar onemli oldugunu da öğrenmiş bulunuyorsunuz….!
NEYMİŞ SONUÇ OLARAK İŞİMİZİ DİKKATLİ YAPMAZSAK  B...'U YERiZZZ..!! 

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

Hz. MEVLANA'dan YAŞAM TANIMI

 
Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu
öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek

Gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar
önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asil yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu öğrendim.
Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçeği öğrendim bir gün....
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
"lezzet" kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını, 

ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim.
Olur ya ...
Kalp durur ...
Akıl unutur ...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur ....

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

AYAK TABANI

ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com/

Bir eczacının görüşüne göre
ayak tabanlarımızın yağı emen özel bir yapısı vardır. Bu nedenle eğer tabanınıza örneğin sarmısak sürerseniz yaklaşık 20 dakika sonra tadını ağzınızda alırsınız. Bunu bulan bilim adamları nedenini bilmiyor henüz ama bu etki bize bir tedavi olarak geri dönüyor.
Özellikle çocuklarda (ve tabi büyüklerde) gece uyutmayan şiddetli öksürük durumunda ayak tabanınıza güzelce Vicks merhem sürün ve kalın bir çorap giyin. Beş dakika içinde öksürüğün kendiliğinden geçtiğini göreceksiniz. Her zaman %100 çalışır ve çocuklara ağır öksürük ilaçları vermekten daha etkilidir.

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

TAVSİYELER

ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com/

Kamuya açık yerlerde ve tüm kamu kurumlarının tuvaletlerinde ekonomik olduğu için sıvı
sabunlar kullanılmakta. Elinizdeki açık yaralara temas ettiğinde %100 cilt kanseri riski
taşıdığını ve Ankara Onkoloji Hastanesi'ne yapılan başvurularda son 4 yılda 'Cilt Kanseri'
hastalarının sayısının %94 arttığını biliyor musunuz? Özellikle İsveç'ten alınan 'Sterisol'
isimli dezenfektan içerikli sıvı sabun bu riski en çok taşıyanlardan. 'Sterol' adıyla pazarlanan
bu sıvı dezenfektan sabuna dikkat edin. Umuma açık yerlerdeki sıvı sabunların hiçbir türünü
asla kullanmayınız.
Telefona SOL kulağınızla cevap verin.
Günde 2(iki) kere kahve içmeyin.
SOĞUK su ile hap almayın.
19 'dan sonra YEMEK yemeyin.
Tükettiğiniz YAĞLI gıdaların miktarını azaltın.
Sabahları daha çok, akşamları ise daha az SU için.
Cep telefonu BATARYA'ları ile mesafenizi uzak tutun.
UZUN süre kulaklık takmayın.
Gece 10 sabah 06, en ideal uyuma saatleridir
Uyku öncesi İLAÇ aldıktan sonra hemen uzanmayın.
Şarjınız SON çizgiye indiğinde,yani çok çok az bir şarz seviyesinde iken telefona cevap vermeyin, zira yaydığı radyasyon 1000 kat fazladır.

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

AİT OLMAK - ÖZGÜR OLMAK

AİT OLMAK

 

Ait olmak insanoğlunun en büyük ihtiyaçlarından bir tanesi.

 

İnsan sürekli ait olma çabası içinde. Okuluna, ailesine, işyerine, arkadaşlarına, takımına, milletine, karısına, kocasına, kardeşlerine ait olmak istiyor.

 

Ama ait olmanın bedeli de ağır.  Çünkü her ilişki bir beklenti yüklüyor. O beklentileri karşılamak da dünyanın en zor şeyi. Aslında sırtımızda çok ağır bir çanta ile geziyoruz. Kemiklerimize kadar islemiş kancalarla. 

 

Davranışlarımızı belirleyen çoğu zaman özgür irademiz değil, diğer insanların beklentileri (kancaları) oluyor.

 

Bildiğiniz insanları tek tek yazıp, onların sizden beklentilerini yazsanız, davranışlarınızın ne kadar diğer insanlar tarafından belirlendiğini kestirebilirsiniz. Ait olmak adına bu bedeli ödüyoruz.

 

Bu işlemi yapan kişileri duydum. 3 yılı alıyormuş.

 

ÖZGÜR OLMAK

 

Özgür olmak da insanoğlunun en önemli ihtiyaçlarından bir tanesi.

 

Ait olmanın yükünü azaltmak için insan özgür olmayı seçiyor. Beklentilere göre değil, özgür iradesi ile karar vermek istiyor. Kendi hayatını yaşamak istiyor.

 

Diğer insanları değil, kendisini mutlu eden şeyleri yapmak istiyor.

 

Tabii bu durumda da ait olma şansı azalıyor. Yalnızlığı artıyor.

 

Kısacası, ait olmak ile özgür olmak sürekli çatışma içinde.

 

Ait olmak,  özgürlüğü kısıtlıyor. Özgür olmak, ait olmayı.

 

İNTERNET 

 

Türk kültüründe ait olmak çoğu zaman ağır basıyor. Bu da belirli alanlarda sorun yaratıyor.

 

Amerikan kültüründe ise özgür olmak ağır basıyor. Bu da belirli alanlarda yalnız ve mutsuz insan yaratıyor.

 

Tahminim odur ki internetle birlikte insanlar aynı anda hem özgür hem de ait olmanın yolunu keşfetmişe benziyor.

 

Komşusu ile iletişime geçmiyor ama 20000 km'de bir Afrikalı ile iletişimde oluyor. Çünkü hem ait olmanın hem de internet ortamının sunduğu özgürlüğün tadını çıkartıyor.

 

EVLİLİK VE İLİŞKİLER

 

Ait olma ile özgür olma arasında dengeyi bulan çiftler mutlu oluyor. Bulamayanlar ya başkasının hayatını yaşıyor ya da yalnızlığı.

 

Halil Cibran ne diyor?

 

Hep yan yana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın/ Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır.

 

Yani hem ait olun hem de özgür.

 

Tabii ki bu da zor.

 

Ait olma ile özgür olma arasındaki savaşta herkese başarılar.

 

Dengeniz yoksa, bugün savaşın başladığı gün olsun.

 
YAZAN: Özgür Bolat

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com

FIKRA

ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com/

Adamın biri yeni ulaştığı otele kaydını yaptırır. Odasına girdiğinde masada bir bilgisayar görür ve karısına e-mail atmaya karar verir. Fakat yazdığı mesajı farkında olmadan yanlış bir adrese gönderir....
Mail farklı bir yerde farklı bir bayana gider. tam bu sırada kadın, kocasının cenaze töreninden evine yeni dönmüştür ve bilgisayarındaki maili görür, arkadaşlarından geldiğini düşündüğü maili okuyunca olduğu yere yığılıp kalır. Odaya giren annesi, yerde yatan kızını ve ekrandaki mesajı görür.
 
Kime : Sevgili karıma
Konu : Yeni ulaştım.
Tarih : 12 Aralık 2009
  Benden haber aldığına şaşıracağından eminim. Burada bilgisayar var ve sevdiklerimize e-mail gönderebiliyoruz. Buraya yeni ulaştım ve kaydımı yaptırdım.seninde kayıtların hazır. Her şey yarın senin buraya geleceğini düşünülerek hazırlanmış. Seninle buluşmayı dört gözle bekliyorum. Umarım benim gibi sorunsuz bir yolculuk geçirirsin.
Not : Burası çok sıcak.

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

İNGİLİZ DİPLOMASİSİ

ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com/

Em. Hava Albay Kemal İntepe. İngiliz diplomasisi. Silahlı Kuvvetler Dergisi 1984;103(291):sayfa?
9 MAYIS 1919, Samsun

1941 yılında İngiltere'ye uçuş eğitimi için gönderilmiştik. Londra'ya vardığımızda, grubumuzun İngiliz makamları ile irtibatnı sağlamak üzere yaşlı bir İngiliz hava binbaşısını irtibat subayı olarak atamışlardı. Adı Mr. Salter olan bu subay Türkçeyi bizlerden daha iyi konuşuyordu. Mr. Salter'i birkaç defa eşi ile birl ikte ikindi çayına davet ettim. O da beni akşam yemeklerine evine çağırıyordu.
Bir akşam bana şunları anlattı:
1919 yılında Piyade Binbaşı Salter olarak Samsun'daki İngiliz işgal Tabur komutanı idim. 18 Mayıs1919 günü İstanbul'daki İngiliz işgal kuvvetleri komutanlığından şifreli bir telsiz telgrafı aldım. Bu telgraf; "16 Mayıs 1919 günü , Mustafa Kemal adında bir Türk generalinin, Bandırma Vapuru ile İstanbul'dan görevli olarak ayrıldığını ve fakat vapurdan gönderdiği telgrafta istifa ettiğini, eğer Samsun'a inecek olursa tutuk lanarak İstanbul'a gönderilmesini" istemekte idi. Kumandanlığımın bu emrini en iyi şekilde yerine getirebilmem için ilk iş olarak tabur subaylarımı toplayarak kendilerine telsiz emrini okudum ve gerekli emirleri verdim. Şehirdeki durumu görmek için Samsun'a indim. Şehir her zamankinden daha kalabalıktı.
Bu kalabalık pazar kalabalığından farklı bir görünümde idi. Siyah çizmeli, kilot pantolonlu ve siyah kalpaklı, sert bakışlı kimselerin çokluğu dikkat nazarımı çekti. Sonradan, bunların Türk subayları olduğunu öğrendim. Durum çok nazikti. Dört gün önce Yunanlılar İzmir'i işgal etmişler Türkler buna çok sert bir tepki göstermişlerdi. Rum tercümanım çok korkuyor. Bütün gece hiç uyumadan yatağımda döndüm durdum.
19 Mayıs günü sabah erkenden iskeleye gittim. Sabah namazından çıkan herkes sahile inmişti. Kurtarıcılarını bekliyorlardı. Bir olay çıkmaması için taburumla bütün iskele ve civarını kordon altına aldım.
Denizde, batı tarafında bir duman göründü. Sahildeki kalabalığın heyecanı son haddini buldu. Bir de gördüm ki her askerimin arkasında siyah çizmeli kara kalpaklı bir Türk subayı duruyor. Hepsinin silahlı olduğu muhakkak.
Vapur iyice göründü. Bazı il ve belediye görevlileri sandallarla vapurun demirleyeceği yere doğru gitmeye başladılar.
Görevimi, iskele üzerinde yapamayacağımı düşünerek ben de motoruma atlayıp vapura doğru hareket ettim.  Vapura ilk varan benim motorum oldu. Beraberimde getirdiğim iki erimi motorda bırakarak tercümanımla birlikte vapurun iskelesine tırmandım. İskelede beni selamlayan iki tayfaya; "Vapurdaki generali görmek istediğimi" söyledim. Bir tanesi önümüze düşerek bizi salonun kapısına kadar götürdü. Kapıdaki görevli, durumu içeriye bildirdi ve geriye dönüp bizi içeriye aldı. Herkes ayakta idi. Ortadaki mavi gözlü, sert bakışlı kişi ile göz göze gelince ne söyleyeceğimi şaşırdım. Sert bir asker selamı verirken ağzımdan şu sözler döküldü: "Taburum emrinizdedir."
Bunu nasıl söylemiştim? Daha önce hiç böyle bir şeyi aklımdan dahi geçirmemiştim. Tercümanım bir an durakladı. Kendisine dönüp bakınca hemen toparlandı ve Türkçe olarak generale iletti. Mustafa Kemal Paşa'nın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Teşekkür etti ve beni de yanına alarak dışarıya çıktık. Öteki sandallar da vapurun etrafına varmışlardı. Gemiye çıkmış olan birkaç kişiyle tokalaştıktan sonra vapurdan benim motorumla ayrıldık. İskeleye vardığımızda muavinim koşarak yanıma geldi. Kendisine; Taburu safta toplamasını, silah çattırmasını ve Türk makamlarına teslim olmalarını söyledim. Biraz durakladıktan sonra emir tekrarı yaparak selam verip ayrıldı ve emrimi aynen yerine getirdi. Taburu o siyah çizmeli, kara kalpaklı kişiler teslim almıştı. Yanılmamıştım. Onlar hakkında edinmiş olduğum bilgiler doğru çıkmıştı.
Mustafa Kemal Paşa; benim yanıma, o siyah çizmeli kara kalpaklı kişilerden birini vererek kendi makam otomobilimle –tabi kendi şöförümle birlikte- misafir edileceğimi söyledikleri Ankara'ya gönderdiler. Taburumun erleri de; Çorum, Çankırı ve Kastamonu'da kurulan esir kamplarına yerleştirilmişler.
Kurtuluş savaşının sonuna kadar Ankara'da, Ogüstüs Mabedi'nin yanındaki Hacıbayram Camii'nin önündeki cadde üzerinde bulunan iki katlı ahşap bir evde kaldım. Hizmetimi göreceğini söyledikleri, fakat aslında gardiyanım olan ve sıksa suyumu çıkaracak kuvvetteki bir kadınla dört seneye yakın bir süre bu evde oturdum.
Savaşın sonunda imzalanan anlaşma gereğince ben ve taburum, Malta'daki Türk esirlerle değiştirildik. İngiltere'ye döner dönmez tutuklandım ve divanı harbe verildim. Ben askeri hapishanede tutuklu iken ziyaretime gelen ailem ve ebeveynim, savunmamı yapabilmem için bana birçok gazete ve kitap getirmişlerdi. Onlardan yararlanarak, kısa, fakat öz bir savunma hazırladım. Bana isnad edilen suç taburumu hiç direnmeden teslim edişim idi. Yüksek Askeri Mahkeme'nin önüne çıktığımda savunmamı büyük bir soğukkanlılıkla okudum ve şu cümlelerle bitirdim :
Sayın hakimler Başbakanımız Lıoyd George'e Avam Kamarası'nda şöyle bir soru sorulmuştur: Yunanlıları silahlandırarak 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıkardık ve o tarihten bu yana milyarları bulan (sterling) masraflar yaptık. Sonuç ne oldu? Yunanlılar İzmir'de denize döküldüler ve Anadolu'daki bütün Rumlar atıldılar veya muhacerete zorlandılar. Bizim kazancımız nedir?"
Bu soruya karşılık Başbakan Lıoyd George şunu söylemiştir: 'Yüzyıllar bir veya iki dahi yetiştirir. XX. Yüzyılın dahisinin Türkiye'den çıkacağını ben nereden bilebilirdim?'
Görüyorsunuz sayın hakimler, karşınızdaki bu subay, Başbakanımızın bahsettiği, XX.Yüzyılın dahisi ile hiç beklemediği bir anda karşı karşıya ve göz göze gelmişti. Ne yapabilirdi? Eğer ben başka türlü hareket edecek olsa idim, bugün benimle beraber bütün taburumun mezarlarını ziyarete gidecektiniz. Fakat şimdi, eceli ile ölmüş olan üç erimizin dışında hepimiz sağ salim yurdumuza dönmüş, ailelerimize kavuşmuş durumdayız. Karar yüksek adaletinizindir."
Beraat ettim ve terhise tabi oldum. Sivil hayatta bir tütün şirketinde iş buldum. Şirketim "Abdullah Cigarette" adındaki Türk tütünü ve Virginia karşımı sigarayı çıkartıyordu. Ben Türkçeyi çok iyi konuştuğum için beni bir kursa tabi tutarak tütün eksperi yaptılar ve Türkiye'ye gönderdiler. İlk iş olarak Mustafa Kemal Paşa'yı ziyaret ettim. Beni kabul buyurdular ve ilgililere, Türkiye'deki ikametim hususunda yardımcı olmalarını ve kolaylık göstermelerini emir buyurdular. Ailemle birlikte ikinci Dünya Savaşı'na kadar, tütün üreten köylerde, Türk köylüsü ile birlikte yaşadım. Ben ve ailem Türk köylüsünü o kadar çok sevdik ve o kadar çok benimsedik ki eğer hükümetimiz tarafından resmen İngiltere'ye çağrılmasaydık Türkiye'de kalmayı tercih ederdik.
İngiltere'ye döndüğümüzde beni hava bakanlığından çağırdılar ve yeni görevimi bildirdiler. Çok sevindim ve müjdeyi aileme büyük bir zevkle bildirdim.  Beni terhis olduğum rütbe ile Kraliyet Ha va Kuvvetleri (RAF)'ne almışlardı. Görevim istihbarat Başkanlığında idi. Türkiye ile İngiltere arasında 1939'da yapılan bir anlaşmaya göre İngiltere'ye uçuş eğitimine gönderilecek olan subayların RAF ile irtibatını sağlayacaktım yani yine Türklerle birlikte olacaktım….
Mr. Salter ile iki yıldan fazla bir süre birlikte bulunduk. Bu süre içerisinde bizleri daima savundu ve kendisini daima bizden saydı.

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

ATATÜRK, İçimizden biri.

Prof. Dr. Ilknur Gunturk'un Kalipci' nin internette yayinlanan video klibi; ATATÜRK, içimizden biri.
LÜTFEN İZLEYİN

http://www.devadim.com/pagelist/videodetay.php?id=240

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

Malatyalı İmam Şeker Hoca

Celal Tilgen, Malatya'daki şeker Camii'nin imamı şeker Hoca. Ama bu lakabı sadece camiye borçlu değil.
Vaazlarını laptopla veriyor.  vaaz arası reklam alıyor.
Vaazını 'Malatyaspor Galatasaray'ı yensin, amin' diye bitiren ama kimseden tepki almayan bir din adamı
Şeker Hoca bir alem hoca : 'Peygamberimiz yaşasaydı cipe binerdi,zaten devenin de iyisine binmiş!' diyor.

Teravih namazında eli boş gelen kadınlara: Televizyon programlarına börek çörek yapıp gidersiniz, buraya eliniz boş geliyorsunuz! ' diye takılıyor.

Şeker hoca Basın Yayın Halkla İlişkiler mezunu.

Yaşını sorduğumuzda '52 modelim!' diyor.

İşte sorular ve cevaplar:
Cemaatiniz camiden taşıyormuş. Nedir bunun esbab-ı mucibesi? 'Zebanilerden, cehennemde kaynayan kazanlardan, cehennem ateşinde yananlardan bahsetmem. Cami korkutma yeri değil, sevdirme yeridir.Adam camiye zaten dert, ızdırap içinde geliyor. Bir de cehennemden mi bahsedeceğiz? '

Camide promosyon uygulamanız varmış? 'Gelenleri caminin monoton havasından kurtarmak lazım. Camiye gelen çocuklara camiyi sevdirmek gerekir. Onlara sorular soruyorum,bilseler de bilmeseler de şehirler arası bilet, çeyrek, cumhuriyet altını veriyorum.'
Camilerde niye devamlı ayakkabılar çalınır? ' Bizde ayakkabılar kaskoludur. Ayakkabısı çalınana ayakkabı alıyorum.'

Hep böyle grand tuvalet mi giyersiniz? 'İslam dini cübbe, sarık, takke ve tesbihten ibaret değildir. Peygamberimiz sıcak iklimde yaşadığı için entari giymişti. Kutuplarda yaşasa öyle mi giyecekti?'

Hurafeler ve batıl inançlara niçin bu kadar itibar ediliyor? 'Şiddetle karşıyım. Gidiyorlar türbelere, çaputlar bağlıyorlar, ' Al sana göbek, ver bana bebek!' bunlarla uğraşıyorlar. Malatya'da Keşaf Baba Türbesi var. Bir baktım kadınlar türbenin etrafında neredeyse içki kokteyli yapıyorlar. Yakını içki içen eline viski, şarap, rakı ne varsa mezara getirmiş. Şimdi bu adam kalksa bunları kovalasa haklı değil mi? Bunlar dini, takvim yapraklarında, cami diplerinde öğrendikleri için oluyor.'

Cuma Namazının farzını kıldırıp cemaati gönderdiğiniz oluyormuş, niye? 'Bu memleketin 330 milyar dolar borcu var. Namazın farzını
> > kıldırdıktan sonra; 'Haydi şimdi gidin çalışın, memleket düzlüğe çıksın!' diyorum.'

Şeker Hoca devam ediyor: 'Şeker Camii'ne yalınayak gelinmesini yasakladım. Ayağında mantar, egzama, başka bir hastalık olabilir. İnsanlar o ayakla basılan yere secde ediyorlar. Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı'na cemaate galoş giydirelim dedim. Henüz alamadım ama 1000 tane alıp koyacağım camiye.'

'Bir gün sabah namazı için camiye gelmiştim. Üstünde hırka olan birini gördüm ama çok karanlıktı, tanıyamadım.'Kimisini z?' dedim, 'Turgut Özal'ım' dedi. O sırada Başbakandı. Korumalarını atlatıp gelmiş. Annesi Hafize Hanım'la tanıştırıp aile imamları olmamı, dini konularda onları yönlendirmemi ve yılda 5 kere hatim indirmemi istedi. 'Babam için 5 kere hatim indirmiyorum, ancak bir kere yapabilirim! ' dedim. ' Peki öldükten sonra mezarıma 5 yıl boyunca gelip dua okurmusun?' dedi.
'Ya Amerika'da, Arabistan'da ölürseniz, nasıl geleyim?' dedim, onu da kabul etmedim. Ama 4 yıl boyunca Özal ailesinin aile imamlığını yaptım.

'Bir zaman cami yeni yapıldığı zamanlarda 4 avize gerekiyordu. Halde çalışan birine; 'Sen camiye avizeleri getir, ben senin reklamını yapayım!'dedim. Cami doluyken cemaate; 'Namazın farzı kaç diye sorsam aranızda bilen olur, bilmeyen olur.  Haydi ondan da vazgeçtim, abdestin farzını sorsam onu da bilen olur, bilmeyen olur.. Ama kaliteli, ucuz sebze ve meyvenin hal binası No:47 Şahin Topaloğlu'nda satıldığını bilip oraya gidersiniz!' dedim. 15 gün sonra avizeleri getirdi. 'Hocam, gelen giden benim dükkanı soruyor, caminin başka ihtiyacı var mı?' diye sordu.'

'Bir ara dünya kupası maçı vardı. Birkaç rütbeli kişi teravih namazını da, maçı da kaçırmak istemiyordu. 'Hocam ne yapacağız?' diye sordular. 'Teravihe gelin, hızlı kıldırıp sizi maça yetiştiririm! ' dedim. Birkaç rekatı hızlı hızlı kıldırdım. Sonra biraz rolantiye almışım. Maça geciktiler. "Hocam ne yaptın? İyi gidiyordun,sonra birden yavaşladın?' dediler. 'Yahu radara yakalandık! Görmediniz mi, cemaatin arasında Malatya Müftüsü vardı?' dedim.


Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

DOKTOR

ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com/

Kız verirken...
Kocaya varırken...
Otomobil alırken...
"Doktor civanım."
Muayene ücretine gelince...
"Hepsi şerefsiz!"
(Harala gürele yüzünden yazmaya fırsat bulamadık, şu tam gün yasasını... Hazır, yeni bir darbe planı çıkmadan, fırsat bu fırsat, aradan çıkarıvereyim bari.)
Deniyor ki:
"Başbakan kadar maaş alacaklar."
Safra kesesi ameliyatı yapabilir mi başbakan? Böbrek nakli? Pansuman bile yapamaz... Ama, çok sıradan bademcik ameliyatını yapabilen bir hekim, gayet güzel başbakanlık yapabilir.
Refik Saydam mesela, hekimdi...
O halde, hekimlerin maaşını siyasilerin maaşıyla niye kıyaslayalım ki?
Komada geliyorsun, bacağını kesiyor, damar çıkarıp, kalbine bağlıyor, gebermekten kurtuluyorsun. Sonra da "Çok para aldı" diyorsun. Kaç para ki senin hayat? O kadar etmez mi?
Gece yarısı ateşi 40'a vuran evladını Azrail'in elinden almanın, hızara kaptırdığın parmağını yerine dikmenin, görmeyen gözünü gördürmenin, kanserini erken yakalamanın fiyatı nedir?
12 sene üniversite okuyor. Boru değil. 18 yaşında girdi, geldi 30'una, hâlâ kafa patlatıyor. İki kapılı handa, yolun yarısı eder... Lütfedip, müsaade edelim de,
biraz para kazansın bu ülkede.
Karaktersiz hekim yok mu? Var elbette... Ne kadar karaktersiz gazeteci, ne kadar karaktersiz avukat, ne kadar karaktersiz esnaf varsa, o kadar karaktersiz hekim var... Ama, Rabbim herkese"Cleveland" demiyor... Parası olmayana bakan vicdanlı hekim de var bu ülkede. Tahmininizden çok.
Üstelik, silah zoruyla ameliyata alınan hastayı hiç duymadım ben... Yeşil kartlı bile olsan, seçme şansın var. Paragöze gitme, öbürüne git. Diyeceksiniz ki, "Kuyruk oluyor, yeterli hastane yok..." Müteahhit midir hekim?
Peki nedir? Aslanı kediye, eğitimliyi cahile kırdırma projesidir bu...
Hakkını alamayanlar kendisinden hesap sormasın diye, "Bak şunlar senden fazla alıyor" diye hedef göstermektir. "Sen az kazandığına itiraz etme, onunkini de indirelim" demektir. Refahı paylaştıracağına, yoksulluğu paylaşmayı doğruymuş gibi göstermektir. Kendi suçunu örtbas etmek için, suçlu yaratma projesidir... Hekimlerin durup dururken başına gelen budur.
Yılmaz ÖZDİL
 yozdil@hurriyet.com.tr
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

ATATÜRKÜN İZMİR'DEKİ İLK GÜNÜ

ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com

Atatürk'ün başyaveri Salih Bozok anlatıyor :
Başkumandan, düşmandan kurtardığı İzmir'de geçireceği ilk geceyi
yaşıyordu. Mustafa Kemal Pasa İzmir'de ilk gecesini çalışarak geçirdi.
Zengin bir sofra hazırlandığı halde ufak tefekle karnını doyurdu ve geç vakitlere kadar çalıştı.
Ertesi sabah erkenden uyandık.
Hafif bir kahvaltıdan sonra vilayet konağına gittik.
Vali, İngiliz konsolosu ile konuşuyordu.
Biz gelince vali ayağa kalktı ve konsolos ile Mustafa Kemal Paşa'yı tanıştırdı.
Konsolos iyi Türkçe biliyordu.
Paşa valiye sordu: "Konu nedir ?"
Vali anlattı: "Sayın konsolos, İngiliz tebası vatandaşlarla Rum ve ermeni azınlığın güven altında olup olmadığından endişeleniyorlar. Ben kendilerine herkesin
güven altında olduğunu bildirdim".
Mustafa Kemal Pasa konsolosun Türkçe bildiğini biliyordu, buna rağmen
kendisine valiyi muhatap aldı: "Ee, peki daha ne istiyormuş ?"
Bu soruya konsolos Türkçe cevap verdi:
"Tebamız için hükümetinizden yazılı teminat istiyorum !"
Paşa: -"Ne yani, Yunanlılar zamanında siz tebanızı daha emniyette mi görüyordunuz?"
Konsolos kasılarak: -"Evet" dedi, "Yunanlılar buradayken tebamızı daha emniyette
görüyorduk."
-"Öyleyse buyurun, tebanızla birlikte Yunanistan'a gidin, efendim !"
Konsolos sinirlenerek sesini yükseltti: -"Yani majestelerimin hükümetine savaş mı açıyorsunuz ?"
Paşa: -"Siz kiminle neyi konuştuğunuzu biliyor musunuz? Ben Millet
Meclisinin başkanı ve Türk orduları başkomutanıyım. Savaş açmaya da barış yapmaya da
tam yetkiliyim. Peki siz kimsiniz ?! Hükümetiniz adına savaş ve barış görüşmeleri yapmaya yetkili misiniz? Böyle bir yetkiniz varsa görüşelim.
Yoksa (eliyle kapıyı gösterdi) buyurunuz dışarıya, efendim !.. "
Konsolos, Mustafa Kemal Paşa'nın son sözleri üzerine sapsarı kesildi ve tek bir kelime söylemeden kapıdan çıktı gitti.
Mustafa Kemal Pasa, adamın arkasından valiye döndü:
-"Bunlara yüz vermeyin vali bey! Bir donanma önünde pısacak, bir blöf karşısında yelkenleri suya indirecek bir devletçik sanıyorlar bizi!
Küstahlık derecesine bakın, bana 'savaş mı açıyorsunuz ?' diye soruyor.
Barut kokan bir odada adamın sorduğu şeye bak !.. Savaş halinde değiliz sanki !"
Birkaç saat sonra, İngiliz donanması komutanı hükümet konağının kapısından girerek Mustafa Kemal Paşa'nın odasına yöneldi. Nazik fakat öfkeli bir hali
vardı. Ruşen Eşref kendisine ne istediğini sordu.
-"Başkomutan Mustafa Kemal Pasa ile görüşmek istiyorum !.."
Birlikte odaya girdiler, kapı kapandı.
Amiral: -"Çok güç koşullar altında bir savaş kazandınız, sizi asker olarak içtenlikle kutlarım. Çanakkale'deki başarınızı rastlantıya borçlu olmadığınız kanıtlandı böylece. Büyük bir askerle tanıştığım için memnunum." diyerek övgüler yağdırmaya başladı.
Paşa, bıkkın bir ifadeyle: -"Bunları geçin amiral. Çok işimiz var. Asıl konuya gelin" dedi..
Amiral bu tavır karşısında bocalayarak konuya girdi: -"İzmir'de tebamız ve sizin azınlıklarınız Ermeniler, Rumlar var. Yeni askeri yönetim altında bu insanların statüsü nedir? Güvende midirler?"
-"Hiç kuskunuz olmasın amiral. Tebanız ve azınlıklar hükümetimizin koruması
altındadır. Suç işlemeyenler, kendilerini güvende sayabilirler"
-"Peki suç işleyenler ?"
-"Suç isleyenler sayın amiral, muhtemelen sizin ülkenizde de olduğu gibi, adaletin huzuruna çıkar. Suçlu olanlar, cezalarını çekerler."
-"Fakat Paşa Hazretleri, fevkalade günler geçirdik. Yunan ordusundan cesaret alan Rumlar şımarıklık yapmış olabilir. Bugün bu insanlar yerli
halkın düşmanlığı ile yüz yüzedirler. Ermenilerin biliyorsunuz  büyük bir bölumu göçe zorlandı ve önemli bir bölümü hayatlarını  kaybetti. Bu ruh
haliyle Yunan ordusu ile işbirliği yapmış, bazı  Türklere zor günler geçirtmiş olabilirler.. Bunlar, fevkalade günlerin olaylarıdır, bağışlanması, hoş görülmesi gerekir. Eğer bu kişiler  halkın husumetine bırakılacak olursa, bütün dünya aleyhinize kıyameti  koparır !..."
Son cümleye kadar amirali sakince dinleyen Mustafa Kemal Paşa,"dünyanın koparacağı gürültü" ile tehdit edilince amiralin sözünü kesti:
-"Üstünlük pozunuzu derhal bir kenara koyunuz amiral! Milletleri tehdit etmekten de vazgeçiniz. İngiltere ve müttefiklerinin kıyamet  koparıp koparmayacağını düşünmem bile! Bunlar memleketin dahili  işleridir ve de sizin bu işlere karışmanıza müsaade etmem..  Majestelerinin devleti bizim azınlıklarla uğraşmaktan vazgeçsin.
Kim  ki bize saygı beslemez, bizden de saygı beklemeye hakkı olmaz"
Amiralin yüzü bembeyaz oldu: -"İngiliz hükümetinin tebasini her yerde koruma hakkı devletler hukuku teminatı altındadır. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rum ve Ermenilerin güven içinde bulundurulmasını sadece rica ettik. Yoksa  biz bu güvenliği sağlayacak güçteyiz..."
Paşa: -"Arkaladığınız Yunan ordusunun denizde yüzen cesetlerini herhalde görmüş olmalısınız. Ordumuz asayişi sağlamıştır. İzmir limanını  donanmanıza kapatıyorum.
İsterseniz, tebanizi gemilerinize doldurabilirsiniz.
Donanmanızın en kısa zamanda limanı terk etmesini istiyorum !"
Sert sözler karşısında amiral ne yapacağını şaşırdı:
-"İngiltere'ye savaş mi acıyorsunuz ?"
 Paşa:  -"Savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr antlaşmasının halen yürürlükte olduğunu mu sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırtıp attık bile. Karşımda  serbestçe oturuşunuzu, sizi konuk saymama borçlusunuz! Fakat  nezaketimizi kötüye kullanmanıza müsaade edemem. Şu anda hukuken "barış antlaşması yapmamış" iki
devletiz. Savaş hukuku halen  yürürlüktedir. Gemilerinizi derhal karasularımızdan çekmenizi size  tekrar ve son defa ihtar ediyorum!..."
Bir balmumu heykeline döndü amiral....
Sert adımlarla girdiği Mustafa Kemal Paşa'nın odasında oturduğu sandalyede küçüldükçe küçüldü ve sonunda kekeleyerek:
- "Affedersiniz! " dedi, yerlere kadar eğilerek geri geri kapıya
gidip dışarı çıktı.
Olay kısa süre içinde şehirde duyuldu...
İngiliz ve Fransızlar kendi uyruklarını gemilere bindirmeye başladılar. Birkaç saat sonra da sessizce çekilip gittiler....
Türkiye Atatürk'tür, Atatürk Türkiye'dir

Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

TÜRK SANAT MÜZİĞİ

YUZLERCE  DINLEYEBILECEGINIZ GUZEL  SARKILARLA / NOTALARLA DOLU  BIR SITE.
http://www.turksanatmuzigi.org/sarkilarimiz/arsiv/2426-otomobil-ucar-gider.html

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com

KIZILDERILIDEN TEK KELIMELIK HAYAT DERSI.

ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com/

Cherokee kabilesinin yaslilarindan biri hayat, ask ve evlilik uzerine konusurken sunlari soyluyor:
"Icimizde iki kurt var ve bunlarin arasinda da korkunc bir savas.
Kurtlardan biri; korkuyu, ofkeyi, kiskancligi, pismanligi, acgozlulugu, kibiri, kendine acimayi, kuskunlugu, asagilik duygusunu, yalanlari, ustunluk taslamayi ve benciligi temsil ediyor.
Digeri ise; zevki, huzuru, sevgiyi, umudu, paylasmayi, comertligi, dinginligi, alcak gonullulugu, nezaketi, yardimseverliligi, dostlugu, anlayisi, merhameti ve inanci temsil ediyor."
Genclerden biri "hangi kurt kazanacak?" diye soruyor ve yasli adam kisaca cevap veriyor:

"Beslediginiz...."

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

Biraz gülelim, Leman Dergisinden Metin Üstündağ imzalı öykü

ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com/

Bim'e doğru yola çıktım.
Zaten iki adım ötesi Bim.
Annemin terliklerini giyip çıkayım lan dedim,
kim iki saat şimdi bağcık bağlayacak.
Ama olgun bir erkekte eğreti duran şeylerin başında anne terliği geliyormuş canlar,
Ben bunu anladım.
Bim her zamanki gibi sakindi.
Klima çalışıyor ama soğutmuyordu.
Nasıl bir klima lan bu diyerek incelemeye başladım.
Ama Görevli beni balici sandı,
çünkü ayaklarımda da acayip terlikler
altımda Çamaşır suyu sıçrayıp da rengi atmış bir pijamayla
pek de güzel bir gaspçı havası veriyordum.
'Abi bu klima üflemiyor galiba' dedim.
Ama cevap vermedi, işine döndü.
Tam arkamı dönüp gidecekken tanıdık bir ses duydum.
Pek bir tanıdık.
Sanki bir zamanlar kulağıma
'aşkım' ,'seni Seviyorum' diyen bir ses.
Yavaşça arkamı döndüm.
Evet, eski sevgilimdi bu.
Bir zamanlar sevdiğim kadındı.
Bir zamanlar elele tutuşarak mal gibi gezdiğimiz kadın.
Şimdi nişanlısıyla Bim'e gelmiş alışveriş yapıyordu.
Bir zamanlar aşık olduğum kadındı bu.
Evet bir zamanlar uğruna canımı verebileceğim kadındı bu.
Ben şaşkınlıktan elimdekileri yere düşürünce ,
Bunlar birden irkildi ve hemen arkasını döndü.
Ben, beni görmesinler diye hızlıca aşağıya eğildim
ama lanet olası Bim'de raf diye bir şey yok ki.
Tansaş olsa arkadaki adam seni göremez
ama raf yerine kolilerde ürün sergileyen Bim sayesinde saklanamadım.
Peki size sorarım.
Siz arkanızı döndüğünüzde,
devekuşu gibi saklandığını sanan
ama ayağında ufak numara anne terlikleriyle
sıçar gibi çömelmiş
ve kıç çatalı gözüken bir adam görseniz ne yaparsanız?
İşte onlar da öyle yaptılar.
Bastılar kahkahayı.
Yavaş ve gurur yıkılmışça ayağa kalktım.
Gözlerine baktım.
Bana baktı,
mahzun bir bakış görmek isterdim ama alay ediyordu resmen. Ayaklarıma bakıyordu.
Anne terliği giymiş, parmakları ucundan çıkmış bir ayak.
Buydum işte.
Sen bu adamla bir zamanlar çıkmıştın.
Şimdiki sevgilin çok iyi giyinmiş ama bir bak bakayım ona.
Bim'de bu şıklık?
Sence de biraz samimiyetsiz değil mi?
Ben en azından yakışıyorum buraya.
İçimden geldiği gibiyim.
Böyle düşündüm ama sonra has..tr dedim.
Adam kapmış kızı,ben de lavuk gibi pijamayla terlikle geziyorum. Kim naapsın lan beni.
'Nasılsın görüşmeyeli?' dedim.
'İyiyim' dedi.
'Ne güzel' dedim.
'hıhı'dedi.
Gittikçe gerginleşiyordu ortam.
Yeni sevgilisi kıllandı mı acaba diye baktım
ama nasıl olsa bu lavuktan bir zarar gelmez'
düşüncesi hasıl olduğundan zerre umrunda değildim herifin.
Adam en ucuz kangal sucuğu seçmekle meşguldu.
'Niye böyle olduk biz?' der gibi baktım.
'Ne diyorsun?' der gibi baktı bana.
'Niye böyle olduk diyorum?' der gibi tekrar baktım.
'Ne diyorsun anlamıyorum' der gibi tekrar baktı bana.
'Neyse s..ktir et'der gibi baktım.
S..tir etti alışverişe devam etti.
Bir güle güle demeden.
Gözyaşlarımı saklayarak elimden düşürdüklerimi aldım
ve kasaya gittim.
Bir de peçete aldım, gözyaşlarımı silmek için.
Kasadaki görevli yine baliciymişim gibi baktı bana,
'Paran var mı' der gibi baktı ,
bana bakmasın artık kimse.
'Al lan paranı der gibi uzattım ,
para üstü beklemeden çıktım
ama sonra hemen geri dönüp şahsiyetsizce aldım paranın üstünü.
Tam çıkacakken fiş almayı unuttuğum aklıma geldi.
Dönüp onu da aldım.
Bir romantizm de yaşayamadık be.
Eve giderken Serkan geldi yavaşça yanıma.
Tek dostum,yoldaşım,üzgün olduğumu anlayabilen tek insan.
'Abi bir şey diycem.
Pijamanın kıçında delik var,
Kıçın gözüküyor, baya da büyük'
O günden beri evdeyim.
Bim'e de kapıcıyı yolluyorum.
METİN ÜSTÜNDAĞ (Leman Dergisi)

--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/

Doğan Cüceloğlu'ndan "2010'da Mutlu Günler İçin Birkaç Söz "

ANA SAYFA: http://masafak.tripod.com/

2010'da Mutlu Günler İçin
Birkaç Söz de Benden

Yeni yıla girdik; o nedenle geçen hafta başladığım "Anneye mektup-2" yerine, mutlu olmak için yeni yılda geliştirmemiz gereken farkındalıklar üzerine yazmak istedim.

Mutlu olmak istiyor musunuz?
Eğer normal, sağlıklı bir insansanız, bu soruyu tuhaf bulacaksınız. Kim istemez mutlu olmayı? Bu yazımda, İngiliz ekonomisti Richard Layard'ın Happiness (Mutluluk) adlı kitabında belirttiği yedi temel etkeninden söz edeceğim¹.

Bu etkenler değişik toplumlarda yüzlerce mutluluk araştırmasının verileri incelenerek ortaya konmuştur. Ve ilk beş etken tüm toplumlarda aynı sırada kendini göstermiştir.

Araştırmalar mutluluğun yedi temel etkeni olarak şunları göstermiştir:
1- Sağlıklı aile ilişkileri: Evet, ilk etken aile ilişkileri olarak ortaya çıkmaktadır. Aile ilişkileri kendiliğinden sağlıklı olmaz; çiçek bakar gibi ilişkiye özen göstermek gerekir. Umarım 2010 içinde iş ve aile dengesini kurmaya özen gösterirsiniz. İş yaşamında başarılı olmak herkes için önemli; özellikle erkekler için iş başarısı onların kendilerini tanımlamalarının vazgeçilmez bir parçası; ama gördüğünüz gibi iş başarısı kendi başına insanı mutlu etmeye yetmiyor. Araştırmalar, insan mutluluğunda en önemli etkeninin sağlıklı aile ilişkileri olduğunu gösteriyor.
2- Geleceğe güven duygusu: Araştırmalar, sahip olunan paranın miktarının değil, geleceğe duyulan güven duygusunun mutluluğun temelinde yattığını gösteriyor. Bir emeklilik hesabı size güven duygusu vererek mutluluğuna katkıda bulunabilir. İsveç, Norveç ve Danimarka gibi sosyal devlet anlayışı içinde yönetilen İskandinav ülkelerinde ortalama mutluluk ABD'den daha üst düzeyde görülüyor. ABD'de parası olan geleceğe güven duyamıyor.
3- İşini anlamlı bulmak: Kişi anlamlı bulduğu işi yapınca daha mutlu oluyor, daha fazla para aldığı halde işi anlamsızsa, iş onu mutlu etmiyor. Yeni yılda umarım ya işinizi daha anlamlı bulmanın yollarını keşfedersiniz, ya da gönlünüze hitap eden yeni bir iş bulursunuz.
4- Arkadaşlar ve sosyal çevremiz: Eski tabiriyle mahallemiz, komşularımız, ahbaplarımız mutluluğumuzun temel nedenlerin biri. Yeni yılda arkadaşlıkları, dostlukları yaşamımızda canlı tutmaya özen gösterelim; günaydın diyelim, daha çok gülümseyelim.
5- Sağlıklı olmak: Bakın sağlık sıralamada beşinci sırada yer alıyor; ben, "her şeyin başı sağlık" algılaması içinde bu etkeni ilk sırada bekliyordum. İlk sırada değil ama yine çok önemli, ilk beşe giriyor. Demek ki onsuz da mutlu olunamıyor. Umarım 2010'da yediğinize, içtiğinize, sporunuza özen gösterirsiniz.
6- Özgür olmak: Araştırmalar gösteriyor ki, kendi kararlarını verebilen, seçimlerini yaparken özgür olduğunu düşünen insan daha mutlu. Ben buna "kişinin kendi yaşamında var olması" diyorum. Umarım yeni yılda yaşamınızda var olmanın yollarını bulursunuz; "el âlem ne der?" diye yaşamaktan vazgeçerek
"kendi gözünüze hesap vererek yaşarsınız." 

7- Pusula değer ve ilkelerin olması: Mutluluğun yedinci önemli etkeni kişiye yol gösterecek değer ve ilkelerin bulunmasıdır. Sık sık karşılaşmışımdır; taksi şoförü büyük bir gurur ve hoşnutlukla, "üç çocuğum var; çok şükür hiçbirinin boğazından haram lokma geçmedi. Babam bana haram ekmek yedirmedi, ben de çocuklarıma haram yedirmedim," demiştir. Herhalde bu ifadenin "kendi gözünüze hesap vererek yaşamak"la ne kadar sıkı ilişki içinde olduğunu görüyorsunuzdur. Yeni yılda günlük yaşamınızda pusula gibi kullanacağınız temel değer ve ilkelerinizi gözden geçirin ve onlarla bütünleşerek yaşamaya özen gösterin.

Doğan Cüceloğlu (03.01.2010) (02.01.2010 tarihli Habertürk gazetesinde yayınlanmıştır)
¹Richard Layard. (2005.) Happiness: Lessens From A New Science. New York: The Penguin Pres.
--
Dr. Mustafa Asım ŞAFAK
0 532 361 18 90
http://masafak.tripod.com/